rss
twitter
facebook

13 Mart 2010 Cumartesi

Garaj İstanbul Nisan Bülteni Yayınlandı!


2010 AVRUPA KÜLTÜR BAŞKENTİ
SOKAK SATICILARI SAHNEDE!

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti için “Başka Bir İstanbul Var!” sloganıyla hayata geçirilen “İSTANPOLİ”nin ilk oyunu KASSAS’ta Övül Avkıran ve Mustafa Avkıran, İstanbul'un hurdacısı, simitçisi, macuncusu, boyacısı, bayrakçısı, taksitcisi, bozacısı, nohut-pilavcısı, midyecisi, hallaçı, kalaycısı, çiçekçisi, falcısı, ciğercisi, bileycisi ve daha fazlası ile aynı sahnede…


garajistanbul’un, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın desteği ile gerçekleştirdiği İSTANPOLİ, “Başka İstanbul Var!” diyor, çünkü herkesin anlatacağı başka bir İstanbul’u var. KASSAS oyununda İstanbul’un sokak satıcıları kendi İstanbullarını anlatıyor.

Övül Avkıran ve Mustafa Avkıran [10+] KASSAS’ta önce sokakların geçmişini araştırdı. Gördüler ki sokakta yoğurtçu, sütçü, küfelerde sebze, ibriklerde su satıcıları kalmamış, fakat yerine büyük alışveriş merkezleri, içinde pastörize sütleri, damacana suları, hazır saleplerin satıldığı reyonlar gelmiş. Her şeye rağmen sokakların seyyar geleneğinden vazgeçmediğini gördüler. Sadece tezgâhlardaki ürünler değişmiş.

Övül Avkıran ve Mustafa Avkıran [10+] İstanbul’un değişen ama hiç silinmeyen bu yüzünü sahneye taşıyor. Bu değişimi sokakta yaşayan insanlarla tarafsız olarak seyircileriyle paylaşıyor. Kendilerinin oyuncu olarak yer aldıkları projede sahneyi İstanbul'un sokak satıcıları ile paylaşıyorlar.

KASSAS çok eski bir kelime, boş inançlarla karışık, abuk sabuk hikayeler anlatan kişi demek.

İslamdan önce Kassas diye adlandırılan adamlar vardır, İstanbul’da kıssahanlar, ozanlar vardır, meddahlar vardır. Bunlar sözlü anlatı geleneğini bugüne taşırlar, kendi bedenlerinde, kendi kültürleriyle, kendi kültürlerinde…

KASSAS,
“Taşı toprağı altın olan İstanbul’un, taşının toprağının seyyar satıcıları bizim bu oyundaki ilham kaynağımız. Dükkanları bedenleri, bedenleri dükkanları olan seyyarlar, hikayelere tanıklık eden, hikayeler anlatan, hayatları sokak olan, yaz demeden, kış demeden çalışan seyyahlar. Ozandır bu insanlar kimi zaman, satacakları mallara hikayeler uydururlar, hikayelerini manilerle, şarkılarla, şiirle anlatırlar. Abuk sabuk hikayeler de anlatırlar zaman zaman, kıssadan hisse de.

Kalaycıdır, bozacıdır, kağıt helvacıdır, pamuk helvacıdır, börekçidir, yoğurtçudur, simitçidir, şerbetçidir, tavukpilavcıdır, bohçacıdır, geçerler.

İstanbul’u bilirler mahalle mahalle, sokak sokak. Sokağa aittirler ve bir kültürü taşırlar sırtlarında, arabalarında, oyun arabalarında. Yüzlerce yıllık geleneği taşırlar, esnaf geleneğini, paranız olsa da olmasa da verirler, borç verirler, hediye ederler, tanırlar çünkü, tanınırlar. Sesleri özeldir, yükleri özel, yüzleri özel…
Seyyar satıcılar bu oyundaki rol arkadaşlarımız!” (Mustafa Avkıran)

KASSAS
İSTANPOLİ 1
Varyete 1 perde

Konsept & Yönetim: Mustafa Avkıran – Övül Avkıran [10+]
Müzik & Ses Tasarımı: Hakan Baycılı
Görüntü Yönetmeni: Barış Özbiçer
Işık Tasarım: Yüksel Aymaz
Proje Asistanı: Gökhan Avkıran, Öner Eren Arıkan, Gönül Yaşar
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Maddi Katkılarıyla.
Tarih: 1 Nisan 2010, Perşembe
2 Nisan 2010, Cuma
3 Nisan 2010, Cumartesi*
6 Nisan 2010, Salı
7 Nisan 2010, Çarşamba
Saat: 20.30 – 15:00*
Süre: Arasız 75 dakika
Tam:25 TL İndirimli : 20 TLÖğrenci: 15 TL






“İSTANBUL PORTRELERİ”Nİ
KADINLAR KENDİ HİKAYELERİ İLE ÇİZİYOR

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti için “Başka Bir İstanbul Var!” sloganıyla hayata geçirilen “İSTANPOLİ”nin üçüncü oyunu “İstanbul Portreleri”nde dünyaca ünlü Belçikalı yönetmen Micheal Laub, kendi hikayelerini anlatan 10'dan fazla İstanbullu kadını sahneye çıkarıyor.


Dünyaca ünlü tiyatro yönetmeni ve çağdaş dans koreografı Michael Laub çoğunlukla minimalist olarak tanımlanıyor. Kendisi için “Frankfurter Allgemeine Zeitung” gazetesi “anti-ilizyonist” tiyatronun kurucularından biridir” diyor. Laub son yıllarda sahnede hiç yer almamış “portre” kişiliklerini araştırıyor. garajistanbul'un İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti projesi İSTANPOLİ için, daha önce Hamburg Şehir Tiyatrosu'nda, Berlin'de ve dünyaca ünlü performans sanatçısı Marina Abramovic'le gerçekleştirdiği “Portre Serileri”nin İstanbul ayağını hazırladı.

Michael Laub “Portre Serileri”nin İstanbul ayağı için 2009 Ekim, Aralık ve 2010 Ocak aylarında İstanbul'a geldi. Oyun için yapılan seçmelerde 200’den fazla amatör oyuncu ile görüştükten sonra sadece kadınlarla çalışmaya karar verdi. “İstanbul Portreleri”nde İstanbul’da yaşayan 10'dan fazla kadın, kendi hikayelerini sahne üzerinde seyirciyle paylaşıyor.

Belçikalı yönetmen Michael Laub tarafından birkaç yıl önce; oyuncu, dansçı ve amatör katılımcılarla geliştirilen “portre” fenomeni odaklı konseptte “Portre Serileri”, gerçek ile kurgu ve sahtelik ile özgünlük arasındaki ilişkiye dikkatleri çekiyor. “Bir portre yaratmak” kişinin kendisini bir rol veya karakter olarak sahneye yansıtması şeklinde tanımlanıyor.



Sahneye adapte edilmiş canlı portreler fikri, ilk olarak 2002 yılında Hamburg Schauspielhaus oyuncularının altışar dakikalık portrelerinden oluşan bir oyunun ( Portraets 360 Sek) sahne almasıyla ortaya çıktı. Daha sonra tiyatro mübaşiri, tiyatro yönetmeninin şoförü ve temizlikçi gibi diğer tiyatro çalışanları da bu konsepte katıldı. Bu tür bir düzenleme Remote Control Productions’ın profesyoneller ve daha önce hiç sahneye çıkmamış amatörleri bir araya getirdiği kendine has oyuncu kadrosunu oluşturdu. Laub’un amacı, birbirinden bağımsız 14 karakteri sahnede sergileyerek kurumun da bir çeşit portresini oluşturmaktı.



Remote Control Productions ile yaptığı çalışmada Portre serilerine farklı açılardan, ama bilindik biçimsel yapılarla yaklaşılabileceğini fark eden Laub, karakterlere ait kişisel günlük yazılarından tutun da ev yapımı videolara kadar tamamen yapay veya gerçek kişisel malzemeleri projenin bir parçası olarak kullanıyor.



garajistanbul tarafından yapımcılığı üstlenilen “İstanbul Portreleri / aktris adayları ve aktrisler”, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın desteği ve Remote Control Productions’ın işbirliği ile yapılmaktadır. Projenin olası serisel niteliği sanatçının ilgisini çekmekte ve 2010 yılında ek olarak Rotterdam’da da portre projeleri yapımları planlamaktadır.


İSTANBUL PORTRELERİ
İSTANPOLİ 3

Konsept ve yönetim : Michael Laub / www.michael-laub.com
Dramaturji ve Seçmeler : Astrid Endruweit
Işık Tasarım: Nigel Edwards
Teknik Yönetmen: Jochen Massar
Ses Tasarım : Ata Güner
Remote Control Yapım Yönetimi : Claudine Profitlich
Yapım Amiri: Aslı Demir
Yönetmen Yardımcısı: Ebru Karaca
Proje Asistanları : Ufuk Tan Altunkaya & Thomas Schütt
Oyuncular (Başkalarının yanı sıra):
Ahu Güral
Aslı Bostancı
Ayşe Burcu Eren
Berrin Karabaş
Dilşah Demir
Filiz Altıntaş
Günce Miraç Dizman
Makbule Tüzüner
Sare Ciğdem Tekelioğlu Demir
Seher Şentürk
Sevgi Keskin
Videodaki oyuncular:
Perihan Kurtoğlu
Zeynep Gülçin Yurdabak & Serpil Semra Yurdabak

Tarih: 28 Nisan 2010, Çarşamba (Prömiyer)
29 Nisan 2010, Perşembe
30 Nisan 2010, Cuma
Saat: 20.30
Tam:25 TL İndirimli : 20 TLÖğrenci: 15 TL


NİSAN’DA HİSTANBUL İLE ZEMİN ETÜTLERİ
GARAJİSTANBUL’DA


Övül Avkıran ve Mustafa Avkıran[10+]’ın tasarladığı, Kemal Gökhan Gürses’in yazdığı, çizdiği ve seslendirdiği, Memet Ali Alabora ve Sibel Tüzün’ün baş rollerini oynadığı Histanbul Nisan'da garajistanbul'da sezonun son oyunları ile sahnede. Kaçırmayın!
İstanbul’da zemin etütleri yapan jeolog Ali Bora (Memet Ali Alabora) Gel Gel Tepe’de, sokak arasında bir kadınla karşılaşır. Karakol’da kadının adının İstanbul (Sibel Tüzün) olduğunu öğrenir. Bu kadının İstanbul mu, yoksa bir tahayyül mü olduğunu anlaması için İstanbul’un yeni yedi tepesini dolaşması gerekir. Ali Bora İstanbul’un yeni yedi tepesinde (Gel Gel Tepe, Tepegir, Sultantepe, Entepe, Teneketepe, Konstantepe, Titrektepe) İstanbul isimli kadını takip ederken, bir yandan da büyük bir depremin beklendiği şehrin zemin etütlerini yapar. Seyirci de Ali Bora ile birlikte İstanbul’un kültürel zemin etüdüne tanıklık eder.
Oyun boyunca Alabora ve Tüzün’e eşlik eden diğer bütün kişiler Kemal Gökhan Gürses’in çizdiği ve seslendirdiği çizgi karakterlerdir. Polisinden, tinercisine, patronundan, güvenlik görevlisine, kabadayısından, sokak serserisine İstanbul’un tüm renkli kişilikleri çizgi karakterler olarak sahnedeki oyuncularla konuşurlar.
Sibel Tüzün’ün İstanbul için yazılmış şarkıları yeniden yorumladığı ve İstanbul’u oynadığı Histanbul, bizi yok olmayı bekleyen bir şehrin müzikal yolculuğuna çıkarıyor. Şubat ayında seyirci ile yeniden buluştuğu andan itibaren büyük ilgi gören bu gösteride şarkılar, şiirler hep İstanbul için söylenmiş ama, acaba hangi İstanbul için?
Bizim Histanbul yeni tepeleri ve yeni hikayeleri ile toprakları çiğnene çiğnene iğdiş edilmiş bir kentin karmaşasında depremin tedirginliğiyle ilerliyor.
Histanbul
garajistanbulpro 2008

Yazan-Çizen-Seslendiren: Kemal Gökhan Gürses
Tasarlayan-Yöneten: Övül Avkıran-Mustafa Avkıran [10+]
Müzik Tasarım: Evrim Demirel
Işık Tasarım: Yüksel Aymaz
dj & vj: Ata Güner
Proje Asistanı: Öner Eren Arıkan
Video: Cem Barışcan
Montaj: Nail Pelivan
Işık kumanda: Turan Tayar, Tugay Boz
Ortak Yapım: [10+], Kosmopolis Rotterdam
Oynayanlar: Memet Ali Alabora, Sibel Tüzün, Evrim Demirel, Ata Güner

Tarih: 13 Nisan 2010, Salı
14 Nisan 2010, Çarşamba
15 Nisan 2010, Perşembe
16 Nisan 2010, Cuma

Saat: 20.30
Tam:25 TL İndirimli : 20 TLÖğrenci: 15 TL



ERKEĞİN ERKEĞE AŞKINI ANLATTIĞI
BİR YENİ OPERA,
DAR-ÜL LOVE*


İstanbul’un arka sokaklarında saldırıya uğramış bir travesti ölüm döşeğinde,
Aladdin Keykubat’ın iç oğlanı Hamel ile olan aşkını anlatıyor. Bu yeni operada Kapsül’ün elektro-akustik müziklerini Kontrtenor Nuri Harun Ateş seslendiriyor.


Dar-ül Love Yeni Opera’nın Türkiye'deki ilk ve tek örneği. Kontrtenor (kadın sesi ile şarkı söyleyen erkek, ‘erkek alto’) Nuri Harun Ateş’in anlattığı bu hikayede İstanbul’un kirli ve köhne sokaklarından Anadolu Selçuklu devletine uzanan bir aşk hikayesi anlatılıyor. Bu hikayede Aleaddin Keykubat ile içoğlanı Hamel’in hayali aşkı konu ediliyor.

Dar-ül Love’ı Ali Cem Köroğlu’u tasarladı. “Basit Bir Ev Kazası” oyunun da yazarı Murat İpek yazdı. Bu yeni operanın müziklerini elektro-akustik müziğin önde gelen temsilcilerinden Kapsül yaptı. Dar-ül Love’da bir travesti, seyirciye İstanbul sokaklarında uğradığı saldırı sonucu, komada gördüğü ölüm ve aşk dolu rüyasını aktarıyor. Travestiyi canlandıran kontrtenor Nuri Harun Ateş erkekler arası aşkı hem oyunuyla hem de söylediği şarkılarla anlatıyor. Kapsül’ün elektro-akustik müziğinin üzerine opera tekniği ile söylediği şarkılar seyirciyi farklı bir deneyime sürüklüyor.

Dar-ül Love dünya prömiyerini Mayıs 2009’da Hollanda - Rotterdam Opera günlerinde yaptı. 2009 Haziran'da ise sahne ile imajın buluştuğu festival TEMPS D'IMAGES'da sergilendi. Bu iki önemli festivalin ardından Dar-ül Love yeniden garajistanbul’da.
DAR-ÜL LOVE
garajistanbulpro 2009
Yeni Opera

Tarih: 17 Nisan 2010, Cumartesi*
Saat: *15:00 - 20.30

Süre: 60 dk
18 yaşından büyükler için


Konsept & Yönetim: Ali Cem Köroğlu
Yazan: Murat İpek
Müzik & Ses Tasarımı: Kapsül (Armağan Kulualp,Burak Şentürk,Hakan Baycılı)
Işık & Sahne & Kostüm Tasarım: Ali Cem Köroğlu
Video Tasarım: Emre Can
Performans: Nuri Harun Ateş
Ortak Yapımcı: Opera Days Rotterdam

KREK TİYATRO TOPLULUĞU
HER PAZARTESİ GARAJİSTANBUL'DA “BAYRAK”A DEVAM EDİYOR


Berkun Oya'nın yazıp yönettiği Bayrak Mart ayı boyunca her Pazartesi garajistanbul’da. Geçen sezon garajistanbul'da başlayan oyun, Şubat ayından itibaren yeniden garajistanbul’da seyircisi ile buluştu.
Bayrak Mart ayında devam ediyor.

“Oltalar suyun altinda karisti” dedi, “beni affedecek misin” dedi, “affedebilecek misin!”*
*Oyundan alıntı

Bayrak
Krek Tiyatro Topluluğu

Yazan & Yöneten : Berkun Oya
Işık : Cem Yılmazer
Dekor & Kostüm: Berkun Oya
Oynayanlar : (alfabetik sıra ile)Ali Atay, Ayten Uncuoğlu, Bartu Küçükçağlayan, Canan Ergüder, Köksal Engür, Okan Yalabık, Uluç Özkök

Tarih: 05 Nisan 2010, Pazartesi
12 Nisan 2010, Pazartesi
19 Nisan 2010 ,Pazartesi
26 Nisan 2010, Pazartesi

Saat: 20.00
Tam:25 TL İndirimli : 20 TLÖğrenci : 15 TL

aHHval GARAJİSTANBUL'DA

aHHval(Ahval: Haller, Vaziyetler, Oluşlar),
tarihin sivil ve kişisel bir noktadan yeniden yazımı ile ilgileniyor.
Bu çalışmada tarih denildiğinde bir önceki saati de içeren “geçmiş an”ı; sivil ve kişisel nokta denildiğinde de otonom algı ve direnişin dahil edildiği bir oyun oynama biçimi kast ediliyor.

Lastik atladığımız, yakan-top oynadığımız ve deniz kabuğundan kolyeler yapıp sattığımız yıllar oldu. Üniversitelerde, “idam cezasını” tartıştığımız müzakereler yaptık. Bayramlarda, yeni kıyafetleri heyecanla bekledik, “yerli malı haftası”nda süt içtik, fener alaylarına katıldık. Büyürken, memelere kapak kapatıldı. Sokaklarda karartmalar oldu, benzin istasyonlarında kuyrukta bekledik, “bu işyerinde grev var” cümleleriyle okumayı sökenlerimiz vardı. Lale işkembecisinin önünde silahlar patladı. Elektrikli radyoları açıp, biraz ısınmasını bekledik. Eteklerin içine jüponlar giyildi. Çok hızlı çekirdek yendi. Sinek telleri ile karasinekler avlandı. (Bir zamanlar oldu, bir zamanlar olmadı. Engelli iğneler ve muntazam yaralar belirdi. Muhtelif yalanlar söylendi, muhtelif oyunlar oynandı)

Hamiş: Bu çalışma, tarihin sivil ve kişisel bir noktadan yeniden yazımı ile ilgilidir. Tarih dediğimizde bir önceki saati de içeren “geçmiş an”ı; sivil ve kişisel nokta dediğimizde de otonom algı ve direnişi dahil ettiğimiz bir oyun oynama biçimini kast ediyoruz. Sanırız böyle. Aslında bazı noktalar hala muallak. Hatta allak bullak.

Hareket Atölyesi
aHHval / cirCUMstances
(Ahval: Haller, Vaziyetler, Oluşlar)


Tasarlayan ve Sahneleyen: Hareket Atölyesi
Sanat Yönetimi: Zeynep Günsür
Hareket Yönetimi: Deniz Olgay Yamanus-Ece Ulutan
Işık Tasarımı: Alev Topal
Ses Tasarımı: Tolga Yüceil
Kostüm Tasarımı: Deniz Olgay Yamanus-Leyla Okan
Teknik: Arda İpek
Prodüksiyon: Nnaco
Hareket Atölyesi: Deniz Olgay Yamanus, Dizem Kaftan, Ece Ulutan, Gizem Soysaldı, Gülsu Aren, Kaan Yüceil, Leyla Okan, Altug Ozsoydas, Nilgün Günsür, Özden Çetin, Sibel Günsür, Zeynep Günsür
Referanslar: Hareket Atölyesi Hafızası /Sözlü Tarih, Tanıl Bora / Türkiye’nin Linç Rejimi, H.E. Adıvar /Mor Salkımlı Ev, Tezer Özlü / Çocukluğun Soğuk geceleri, Feroz Ahmad /Bir Kimlik Peşinde Türkiye , Zeynep Sayın /İmgenin Pornografisi, Metin Erksan / Time of Love (1965, film)

Tarih: 07 Nisan 2010, Çarşamba
08 Nisan 2010, Perşembe
09 Nisan 2010 ,Cuma
Saat: 20.00
Tam:25 TL İndirimli : 20 TLÖğrenci : 15 TL


AUDİVİTE CONNECTİON

garajistanbul’da konser vakti
gelince Nisan ayında Audivite Connection dinlenir.

Auditive Connection grubu, müziğiyle geleneksel ezgilerden, caza, güncel müzikten
serbest doğaçlamaya kadar açık vizyonuyla izleyenlere orijinal bir yolculuk sunuyor.
Grubun kurucu üyesi ve viyolonselcisi Anıl Eraslan’ın bestelerinden oluşan programının
yanı sıra anadolu ezgilerine ve şiirlerine de çağdaş yorumlar katan grup, basit ve derin
melodiler, buna eşlik eden elektronik sesler ve sağlam bir ritmik alt yapısı ile kendi
müzikal dilini geliştiriyor.
Viyolonsel, kompozisyon:Anıl Eraslan
Ses:Jeanne Barbieri
Elektronik gitar:Maxime Roncart
Perküsyon ve elektro:Olivier Maurel

Tarih: 18 Nisan 2010, Pazar
Saat: 21:00
Tam: 25 TL

"Devletin Kürt Filmi"nin Filmi Geliyor


Milli Güvenlik Kurulu (MGK) kararıyla asker ve bürokratlardan oluşan devlet erkanı oturup bir ‘Kürt filmi’ yapmaya karar verdi.
Milli Güvenlik Kurulu (MGK) kararıyla asker ve bürokratlardan oluşan devlet erkanı oturup bir ‘Kürt filmi’ yapmaya karar verdi. Bayrağın yerini ve askerin elbisesinin beğenmeyen devlet, filmi bitirmek için üç ay hedef koydu, ancak 3 yılda bitirilebildi. Sipariş üzerine filmi yapan yönetmen dahi soruşturmalık oldu. Film için örtülü ödenekten 102 bin dolar harcandı, ancak bu sefer de zamanı beğenmeyen devlet, filmi izlemeden rafa kaldırdı. Gazeteci Belma Akçura tarafından kitaplaştırılan, trajikomik bir Türkiye hikayesi olan “Devletin Kürt Filmi”nin başına gelenler Yönetmen Sırrı Süreyya Önder tarafından beyazperdeye aktarılıyor.
YÖNETMEN SORUŞTURMALIK
1999 yılında Kürtleri hatırlayan devletin MGK kararıyla Kürtleri anlatmak için bir propaganda filmi yapmak için kolları sıvamasıyla, geriye tam da “Türkiye’de olur” dedirten yayınlanmamış bir film ve harcanan 102 bin dolar bıraktı. Başına gelmeyen kalmayan ‘Devletin Kürt Filmi’nin hikayesi Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye getirilmesinin ardından başladı. MGK’de asker ve siyasetçiler tarafından alınan bir kararla PKK’ye karşı
‘antipropaganda’ içerikli bir film yapılması kararlaştırıldı. “PKK’nin Avrupa’da muhatap bulma ve siyasal kimlik kazanmasına engel olmak” amacıyla görevlendirilen asker ve bürokratlar “Terör çıkmazı” ismi verilen belgesel film hazırlamak için kolları sıvadı. Üç ayda bitirilmesi planlanan film “Türk bayrağı neden Anıtkabir’in önünde değil de arkasında, askerlerin üstü niye temiz” gibi asker ve bürokratlar arasında fikir ayrılıkları nedeniyle ancak 3 yılda tamamlanabildi.
Ancak bu defada ‘Koşullar ortadan kalktı’ gerekçesiyle film rafa kaldırıldı. Hiç izlenilmeden rafa kaldırılan bu devlet projesi için örtülü ödenekten aktarılan kaynak ise 102 bin doları buldu. Propaganda amacıyla hazırlanan filmi, devlet görevlilerinin siparişi üzerine yapan Mukadder Kızılca, bile film nedeniyle güvenlik soruşturmasından geçirildi.
TRAJİKOMİK FİLMİN FİLMİ ÇEKİLECEK
Bu kadarına da pes dedirten bu olay, Gazeteci Belma Akçura tarafından “Devletin Kürt Filmi” ismi ile kitaplaştırıldı. Kitabın konusu olan yayınlanmamış filmin hazırlanma hikayesi, bu sefer bir başka filme konu oluyor. Yönetmen Sırrı Süreyya Önder, bu trajikomik hikayeyi, beyazperdeye aktarmak için hazırlıklara başladı. Filmin hazırlıkları hakkında konuşan Ünlü Yönetmen Sırrı Süreyya Önder, kitabın özellikle bir yanına dikkat çekiyor. O da, Akçura’nın “Devletin Kürt Filmi” kitabının cumhuriyetten bu yana aşağı yukarı bütün kurum, şahıs, parti ve örgütlerin Kürt meselesi hakkında hazırladıkları raporları bir araya getirmiş olması. Ancak kitabı eline aldığında Önder’i heyecanlandıran asıl kısım, hazırlanan belgesel film ile ayrıntıların sunulduğu bölüm olmuş.
Kitapta anlatılanlara göre, Abdullah Öcalan Suriye’den çıkarılmasının ardından MGK Öcalan’ın yurt dışından iadesinin ne şekilde isteneceği konusunda acil gündem maddesi ile toplanıyor, toplantıya katılan üst düzey görevlilerden biri “Çağın algısının değiştiğini, yurtdışında Türkiye’deki karakol ve mahkemeyi kapsayan hukuksal sürecin çok da ciddiye alınmadığını, bu yolun izlenmesi halinde sonuç alınabileceğine inanmadığını” belirterek, algıyı değiştirmek amacıyla film çekme fikrini ortaya atıyor.
BÜROKRASİ ÇIKMAZINDAN ÇIKAMADILAR
Önder filmin hikayesini şöyle anlattı: “Amaçlanan proje uyarınca devlet bir film çektirirse neler olur, bunun bütün aşamalarını bu filmde kolaylıkla görüyoruz. Önce bir senaryoya ihtiyaç duyuyorlar. Bu senaryoyu yazmak için de önce bir komisyon kurduruyorlar. Bu komisyonda devletin etkili ve yetkili kurumlarından 10-11 temsilci var. Bu temsilciler, kısa sürede bitirmek konusunda görüş birliği içerisinde oldukları filmin sırf senaryosunu 2.5 yılda halledemiyorlar. Çekilmesi planlanan 15 dakikalık bir film için örtülü ödenekten 102 bin dolar bu projeye tahsis ediliyor. Filmi tam da bu noktadan yakaladığınızda yani filmin yapım aşamasını okuduğunuzda Türkiye’de egemenlerin Kürt meselesine bakışlarını ve savaştan beslenen zihniyetlerini bir laboratuar gibi eğilimleri, refleksleri, tepkileri, menfaatleşmeleri, yer yer ahmaklıkları bütün her şeyiyle ortaya çıkıyor.”
Önder’in bu hikayeden çıkardığı sonuç şu; “Bunun filmi olur”. İki buçuk yılda bitirilemeyen, bitirildiğinde ise yayınlanmayan belgesel film süreciyle ilgili bütün ayrıntıların, çekmeyi planladığı filmde yer bulacağını ifade eden Önder’e göre “Bu tarz çalışmaların en büyük kıymeti, gerçeği referans alma noktasından ayrılmamak, gerçeğe duyulan sadakat. Bunu yapmazsanız bu çalışma değerinden kaybeder.”
Devlet tarafından çekilen filme tercih edilen isim “Terör Çıkmazı” idi. Önder ise, Akçura’nın kitabı için seçtiği ismi de andırır biçimde çekilecek olan filme “Devletin Kült Filmi” demeyi düşünüyor ama henüz son kararı vermemiş. Önder’in şu an için yaşadığı sıkıntı da filmin hikayesine benziyor: “Korkarım çekmeyi planladığım filmin akıbeti de devletin çekme süreci gibi olacak. Çünkü normalde, 3-4 ay önce çekmeyi planlıyordum, fakat şimdi Maraş katliamı ile Berlin Duvarı’na gecekondu yapan bir göçmenin hikayesi de beni zorlamaya başladı. Her üçü de önemli olan bu hikayelerden birine başlayacağım ama bu ülkede sinema pahalı bir sektör, yapımcıları hangisini ikna edebilirsen önce onu çekeceğim. Üçüne de aşağı yukarı hazır bir noktadayım.”

Kaynak: DİHA

Halatları Kesince


Nesrin ve Kemal Ayata'nın yolculuk notlarından oluşan bir kitap Halatları Kesince. Çok kitap okumam itiraf ediyorum ama bu kitabı okumuştum ve çok ta hoşuma gitti. Hatta girişinde yer alan ve tanıtım bülteni olarak da piyasaya verilen o güzide yazıyı da sizinle paylaşmak istiyorum. Buyrunuz.

"Çıktık işte.
Kestik halatlarımızı ve çıktık.
Sorsanız cevap hazır. "Karmaşık duygular içindeyim."
Bir iki duygu sözcüğü, falan filan.
Yıllardır özlenen hayal, sonunda kavuştuk v.s..
Ne kadar mutlu, insanın hayallerini gerçekleştirmesi ıvır, kıvır, zıvır.
Yalan hepsi yalan.
Yavru Kutup Ayısı nasıl güzel ifade etmişse, işte aynen öyle ve tek kelime ile:
Korkuyorum Ulan.
Bal gibi korkuyorum işte.
Bilinmeze yolculuk.
Macera mı? Ben maceracı değilim ki!
İspat mı? Neyi ki? Niye ki?
Özenme mi? Belki ama değer mi?
Feda ettiklerine baksana.
Ne kadar istedim bugün ciddi bir sebeple gidememeyi.
Dostlarıma bana bir sebep bulun dedim, kalalım.
Cevap umutsuz.
Bu muydu 17 yıl önce konmuş hayal? Karnıma yumruk yemiş gibi kıvranmak mı özlenen? Hüzün mü, endişe mi, korku mu arzuladım acaba? Nedir bu halim Allah Aşkına?
Tam dolunay varmış,
Frank Sinatra: "I Did it My Way" dermiş,
Sevgilim, "My Better Half" yanımda can yoldaşımmış.
Hava güzelmiş,
Kızımız Pank bizi güvenle sarmalamışmış,
Herşey mükemmel de niye ben böyleyim?.. Nerden bulaştık şu işe demişti Nilgün. Sahi yahu, niye bulaştık?
Şu anda herşey bulaşık. Bulaş bulaş. Yapış yapış.
Karardım, kararttım.
Ne yapayım şu anda böyleyim.
Yarın yeni bir gün.
Kimbilir belki farklıdır.
Aynıysa yandık.
Ne anlatırım bu güzel insanlara?
Bizden güzel haberler bekleyen sevgili dostlarımıza.
Ne derim ben, kara, kara, kapkara"

Sonuçlama


Her düşünce duygu bir tasarıdır. bundan ötürü insanın hayatı ilerleme gibi değil çember gibi görünür. insanoğlu "neye yarar?" diye sorar ve görevine devam eder. her tasarının boşuna göründüğü o kuşku yada coşku anını bir çeşit huysuzluk ya da çocukça taşkınlık sayarız. bu iki an arasındaki seçmeyi kim yapacak kararı kim verecek? an'lar ancak zamanı gelince yargılayacak bir üçüncü an ile varolurlar . onun için bir ölünün son dileğine çok önem veririz. öbür dileklere benzemeyen bir dilektir bu öyle sıradan bir dilek değildir çünkü ölen kişi onunla bütün hayatını yeniden yakalar. sevdiği bir dostun yaşamını ölüme karşı sürdürmek isteyen kimse onun son anını uzatmaya çabalar. ne var ki ölüye dışardan bakmak üzere kendimi ondan ayırınca son an da öteki an'lar gibi bir an olur işte o zaman ölü gerçekten ölür artık onun bütün istemlerini eşitçe aşabilirim.

Her aşkınlığı aşmakta özgürüz. oldum olası bir "başka yer"e kaçmak elimizdedir ama bu başka yer de insanlık durumumuzun içinde bir yerdir gene. ne etsek ondan kurtulamayız. yargılamak amacıyla bu durumu dışardan gözlememizin bir yolu yoktur. ondan yalnızca söz açılabilir, o kadar. "iyi ve kötü" ancak onunla tanımlanır, korku, yararlık ve ilerleme gibi sözcükler ancak dünyada anlam kazanırlar tasarının görüşler ve amaçlar doğurduğu bir dünya içine anlama kavuşurlar. tasarıyı yaratırlar ama ona pek uymazlar. insanoğlu kendinden başka hiçbir şeyi tanıyamaz insancıl olmayan bir şeyi hayal edemez. öyleyse, insan neyle karşılaştıralacak? kim yargılayabilecek? hem ne adına yargılayacak? Ne adına konuşacak, ne adına?


Simone de Beauvoir-Denemeler Kitabından Bir Kesit

Ellerimde Bir Göztaşı


Ellerimde bir göztaşı, gözlerim boş gidiyordum
Ne bileyim, bir damlanın böyle deniz olduğunu
Şaştım, mavi bir fal gibi açılınca önümde
Giritli bir ölümüm varmış, bir balıkçı fitil gibi
Patlayacakmış avucunda otuz çubuklu gençliğim
Üç günde mi desem, üç gökte, üç kulaçta mi
Ben ki, o camgöbeği çiçekler açan ağaç
Kırılmaz bardaklar gibi tuzla buz olacakmış
Ne zaman boğulsam böyle yosun kokuyordu ışık
Sabahçı kahvelerde bir çiroz ötüyordu
Ve dalgalarımı geçen o deniz şoförleri
Böyle uyur düşlere bindirmiş gemiler
Uyuklar gibi üstünde mermer masaların
Bir tahta parçasıydım, osmanlı bir kazadan kalmış
Yüzüyordum, islam kaptanın ahşap ayağında
Öbür tahtalara öbür insanlara doğru
Cumhurdu mürekkep balığı, simsiyah yüzüyordum
Ne bileyim, bir korkunun böyle destan olduğunu
Ağardım, nişanlayınca gece ve yavrulayan yalnızlık
Ya da ilk insanın doğdugu, öldüğü dağdi Moby Dick
Nefes aldıkça filbahriler köpürüyordu sulardan
çanlar çalıyor kulaklarımda, yunuslar yarışıyordu
Alyuvarlar, dolkuşları ve rüzgar midyeleri
Dedim, dünya gibi bulut yok dünya üstünde
Ellerimde bir göztaşı, gözlerim boş gidiyordum
Ne bileyim, bir türkünün böyle Veysel olduğunu
Açıldım, çıkmaz bir sokak gibi, kapanınca denizde.

Can Yücel

Sınırlar Yörüngeler Yarışması Başladı


Siemens Sanat'ta "Sınırlar Yörüngeler 07-08" yarışması başladı.

Siemens Sanat; genç sanatçıları desteklemek amacıyla ilk kez 2007 yılında düzenlemiş olduğu "Sınırlar Yörüngeler" yarışmasının bu yıl dördüncüsünü düzenleniyor. "Sınırlar Yörüngeler 07-08" yarışması için başvurular 15 Şubat-9 Nisan arasında yapılabilir.

Alan gözetmeksizin tüm lisans ve lisansüstü öğrencilerine açık olan yarışmaya hem bireysel hem de grup çalışmalarıyla katılmak mümkün. Başvuru sahipleri yarışmaya son üç yıl içerisinde her türlü içerik ve malzeme ile üretmiş oldukları en fazla üç eserle katılabiliyor. Adayların Siemens Sanat'ın web sitesi üzerinden yarışma başvuru formlarını doldurduktan sonra, başvuru dosyalarını 9 Nisan 2010 Salı günü saat 17.00'ye kadar Siemens Sanat'a ulaştırmaları gerekiyor.

Sergi Değerlendirme Kurulu; Canan Beykal, Mürteza Fidan, T. Melih Görgün, Gülçin Özdemir ve Emre Zeytinoğlu'ndan oluşuyor.

"Sınırlar Yörüngeler" yarışması sonucunda, sergilenmeye layık görülen genç sanatçıların çalışmaları Mayıs ayından itibaren Siemens Sanat'ta seyircisiyle buluşacak. Başarılı görülen yapıtların sergileneceği 'Sınırlar Yörüngeler 07' ve 'Sınırlar Yörüngeler 08' isimli iki etkinlikle devam edecek.

12 Mart 2010 Cuma

James LaBrie

Metal müzik sevenler bir kaç bölüme ayrılır. Dream Theater sevenler ve sevmeyenler. Metallica sevmeyip Iron Maiden sevenler. Metallica sevip Megadeth sevmeyenler ve Dream Theater sevip James Labrie sevmeyenler... vb. gibi birçok dala ayrılabilir. İşte bizim konumuz aslında sadece James Labrie.

Biraz önce albümlerini dinlerken aklıma geldi yazayım dedim. James Labrie bildiğiniz üzere efsanevi grup Dream Theater'in ikinci albümünden beri vokalliğini yapan tenor kişilik. Ama nedense herkes sevmez James Labrie'yi. Anlayamam sevmeyenleri. Ne güzel adam işte. Sesi de gayet Dream Theater için biçilmiş kaftan. Hani birini koysanız onun yerine, olmaz aga! O derece.

Geçtiğimiz senelerde Dream Theater'in albümü Octavarium çıktığında, çıktığı gün indirmiştim. Evet indirdim, hala da indiriyorum param yok aga albüm alamıyorum napayım. Neyse işte indirdim albümü 1 sene dinledim ama ne dinlemek deli gibi. Aşırı sevmiştim albümü, gerçi Petrucci neden sönük kalmış aga solo molo yok fazla diye de düşünmeden edemiyordum o ayrı. Efendim sonra bir anda öğrendim ki benim indirdiğim o albüm var ya, James Labrie'nin Elements of Persuasion albümüymüş.(Korsanın zararları) Bir yıl boyunca sen Dream Theater diye dinle vokalinin solo albümü çıksın. Göt gibi kaldım. Enayi gibi hissettim. Ama sonra iyi oldu James Labrie ile o sene tanıştım. Petrucci ile Portnoy'ün solo albümlerini dinliodum onu dinlememiştim.

Hala Octavarium albümünü baştan sona 2 kere dinlemedim ama bu albümü yani Elements of Persuasion'u çok kez dinledim. Bence en güzel albümü de bu.Keep It ve MullMuzzler 2 albümünden bu tadı alamadım ben. Neyse nereye bağlıycam konuyu. Hiçbir yere bağlamayacam. Banane salık kalsın. Siz de bir James Labrie şarkısı dinleyin. Grooveshark'ta bir bu vardı, ayıptır.

Dünya Reklamverenleri İstanbul'da Buluşacak


Bu sene İstanbul’da yapılacak olan 'Dünya Reklamverenler Haftası' yaklaşıyor. Reklamverenler Derneği'nin evsahipliğinde gerçekleşecek olan 'Dünya Reklamverenler Haftası' 30 Mart-2 Nisan tarihleri arasında gerçekleşecek.

30 Mart’ta Esma Sultan Yalısında düzenlenecek olan kokteyl ile start alacak haftada çeşitli etkinlik ve konferanslar gerçekleştirilecek. Konferansın dışında tüm dünyadan gelen WFA üyelerinin ve ulusal reklamveren derneklerinin katılacağı özel toplantılar haftanın diğer önemli organizasyonları arasında.

Dünya çapında üyeleri olan ve etkili pazarlama iletişim yapmanın aktif bir savunucusu olan “World Federation of Advertisers” (WFA) (Dünya Reklamverenler Federasyonu) ve Reklamverenler Derneği işbirliğinde gerçekleşecek olan organizasyon çerçevesinde Nokia, Facebook, dünyanın en büyük bira üretici Anheuser-Busch InBev gibi şirketlerin pazarlama yöneticilerinin katılacağı bir konferans düzenlenecek.

31 Mart 2010’da Swissotel’de tam gün sürecek konferansın temel konusu pazarlamacıların ihtiyacı olan değişimi ele almak. Ekonomideki belirsizlik, reklama azalan güvenin tekrar geri kazanılması için yapılması gerekenler, dijital çağda müşteri ajans ilişkileri ve medya iletişimindeki değişim konferansta tartışılacak başlıca konular arasında.(Kaynak:Mediacatonlie)

Call 4 İstanbul


Reklamcılık Vakfı tarafından düzenlenen, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı ve Reklamcılar Derneği Türkiye ortaklığıyla gerçekleştirilen Call4Istanbul Interaktif Reklam Yarışması başladı.

TTNET'in ana sponsorluğunda, 30 Nisan 2010 tarihine kadar başvuruların kabul edileceği Call4Istanbul Interaktif Reklam Yarışması kapsamında, "Size ilham veren İstanbul" briefiyle yarışacak katılımcılar, 2010 Avrupa Kültür Başkenti olan İstanbul ile ilgili interaktif reklam kampanyası tasarlayacaklar.

Geleneksel bir brief yönteminin özellikle tercih edilmediği yarışmanın www.call4istanbul.com web sitesinde; İstanbul'un sanatı, mimarisi, müziği, sokak yaşamı gibi farklı yüzleri "Inspirer" adı verilen kişiler tarafından yansıtılıyor. Yarışmacılardan hedef kitlesi "Genç Avrupa" olan bir interaktif reklam kampanyası tasarlamaları isteniyor.

Hazırlanan kampanyalar EACA ve IAB Europe üye ülke temsilcileri ile Türkiye'den interaktif iletişim profesyonelleri ve akademisyenlerinden oluşan bir jüri tarafından 2 aşamalı olarak değerlendirilecek ve 5 finalist ekip belirlenecek.
28 Haziran 2010 tarihinde İstanbul'a gelecek olan finalistler İstanbul'un kültür - sanat - eğlence zenginliklerini yaşayacakları şekilde misafir edilecekler ve 30 Haziran 2010'da düzenlenecek ödül töreni ile kazanan ekip belli olacak.

Kazanan ekip, Eylül 2010'daki U2 konserine bilet ile kendi tercihlerine göre 5 günlük süper lüks İstanbul tatili ya da tatil paketine eşdeğerde 16,500 Euro ile ödüllendirilecek.

Müzik Kutusu Açılsın "Cibelle"


Geçtiğimiz yıl keşfettiğim, hayran kaldığım kişiliktir kendisi. Hatta daha sonra öğrendim ki Türkiye'ye 2004,2008,2009 yıllarında gelmiş ve ben o zamanlar kim olduğunu bilmiyormuşum kendisinin. Üzüldüm tabi. Ama elden ne gelir, bir daha ki gelişine sakladım heyecanımı.

Yağmurlu günlerde evde kahve eşliğinde dinlenecek sanatçılar, gruplar vardır. İşte onlardan biri de Cibelle. O güzelim sesinin sizi okşamaması mümkün değil. Jazz, blues öğelerinin tabanını oluşturduğu Chillout türünü icra eden sanatçıyı bilen çok kişiyle karşılaşmadım şu ana kadar. Bu aynı Beirut'un zamanında hiç bilinmeyip sonradan patlayacağına inanmam gibi bir şey olsa gerek. Çünkü ben de öğreneli 1 seneden az olduğunu varsayarsak seneye belki daha büyük bir kitle tarafından dinlenir.

Beni en etkileyen şarkısına gelince, galiba hayranlarının büyük çoğunluğu da aynı şeyi düşünüyordur. Hem klibi hem kendisi güzel olan bir şarkı o, dinleyin siz de hayran kalacaksınız : Green Grass

11 Mart 2010 Perşembe

Belge Seli

Fazla belgesel izlediğimi söyleyemem ama hayatımda bu kadar kısa ve bu kadar açıklayıcı bir belgesel izlediğimi hatırlamıyorum. Midye yemedim hiç, yemeyi de planlamıyorum ama midye satıcılarının hep Mardinli olduğu zamanında benimde dikkatimi çekmişti. Nasıl mı? E ben yemiyorum diye arkadaşlarım da mı yemeyecek aga. Neyse lafı uzatmayacağım zira belgesel kısa.


En Kral Mavra Bu Mavra!


100 Derece geri döndü! 2005'te çıkardığı "Kahpe Felek" albümü ile gönlüme taht kurmuştu 100 Derece. Daha sonra birden grup üyeleri askere gittiler. Araya zaman girdi yani. Sonra baktık Onur Ünlü'nün güzel filmi "Güneşin Oğlu'nun film müziklerini yapıp "Geri Döndük Biz" dediler. Şimdi de yeni çıkardıkları EP'leri "Mavra" ve klibi ile geri geldiler. EP'de Mavra, Alacakaranlık, Anlamak Lazım ve Mavra Remix şarkıları yer almakta. O rock'n roll, punk, reggae karışımı müzikleri ile bizi gayet eğlenceli kıpırdak hallere sokan 100 Derece'nin klibi Mavra şarkısına çekilmiş ve yönetmenliğini Onur Ünlü yapmış, güzel eğlenceli bir klip olmuş. Zaten Onur Ünlü'ye Polis ve Güneşin Oğlu filmlerinden sonra hayran kaldığım için böyle bir klip çekmesi de hoşuma gitti açıkçası. Evet, beklenen 100 Derece döndü, güzel döndü. İşte o bahsi geçen Mavra ve klibi.

Dikkat Zerhoş


Romanya'da Pecica kasabasında sokaklara "Dikkat Sarhoş Çıkabilir" levhaları dikilmiş. Çünkü bu kendini bilmez zerhoşların "öpüjjeem, abiicimm, ben sürrjem,seviiyorm ulan!" gibi sözlerin ağırlığı ile yerlerde sürünmeleri, yol ortasında sızıp kalmaları birçok trafik kazasına neden oluyor imiş.

Belediye başkanı da bakmış olmuyo "Zamanında Almanya'da görmüştüm, ama çok zerhoştum hatırlamıyorum. Kadının az kalsın plağı çıkıyodu" gibi kesik kesik gelip giden hafızasından hatırladığı kadarıyla böyle bir levha olayını kasabasına getirdiği söyleniyor. Üstün Alman teknolojisi işte. Adamlar zerhoşlar için bile levha koymuş. Bizde olsa yer mi? Yemez aga. Kızgın bi hacı amca ders verme amaçlı o levhaların yakınlarına pusulanıp bir kaç zerhoş bacağı çiğneyebilir. Olur bu. Söylemedi demeyin!

Yar Yar


Acaba;

Cankan Türkiye müzik piyasasıyla dalga geçen iki black metalci mi, yoksa uzakta bir gezegenden ülkemizi keşfe yollanmış iki android mi ya da gerçekten kendileri mi? Ama kendileri nasıl bir şey acaba kendileri tarif edebilir mi?

10 Mart 2010 Çarşamba

Mark@ing


Acaba;

marketlerdeki o alışveriş arabaları kaç canı, kaç deli gibi içine binme isteği olan insan evladı çoluk çocukları taşıdı şimdiye kadar,kaç tane insan ittirmek suretiyle sürdü, ne kadar erzak konuldu içlerine, ne kadarı hâlâ hayatta, ne kadarı hâlâ ölü, ne kadarı çalındı gitti, kaç tanesini evsizler kullanıyor? Bunların istatistiğini kim tutuyor, tutsun biri ben bırakıyorum.

Usb Tasarla, Ödülü Kap, Kop!

Kingston tarafından düzenlenen “USB” tasarım yarışmasının Türkiye ayağı başladı. Yarışmaya katılan tasarımlar arasında derece alan eserleri, Web sitesi üzerinde yapılan oylama ve Kingston Amerika Ofisi Çalışanlarından oluşturulan jüri belirleyecek.

Nasıl Katılacaksınız? Nasıl Kazanacaksınız?

  • 05-31 Mart 2010 tarihleri arasında www.kingston.com/turkey/usbdesign Web sitesine upload ederek yarışmaya katılabilirsiniz.


  • Her bir yarışmacı bir e-mail adresi üzerinden maksimum 3 tasarımla yarışmaya katılabilir.


  • Yaptığınız tasarımlar 01 Nisan – 9 Nisan 2010 tarihleri arasında www.kingston.com/turkey/usbdesign üzerinden on-line oylanacaktır. Her bir e-mail adresi için en fazla bir oy kullanılabilecek.


  • Verilen oylar ve Kingston Technology Amerika ofis çalışanlarından oluşturulan Jüri, yarışmanın kazanan ilk 3 tasarımını belirleyecek.


  • 16 Nisan 2010’da kazanan tasarımlar Web sitesinde duyurulacak ve ödüller kendilerine ulaştırılacak.
Yarışmaya Kimler Katılabilir?

Amatör veya profesyonel 18 yaşını doldurmuş herkes kendi özgün eserleriyle bu yarışmaya katılabilir.

YARIŞMACILARA verilecek ödüllerOYLAMA YAPANLARA verilecek ödüller
Birinci gelen tasarıma - 1.000$Birinci gelen tasarımları oylayan ilk 50 kişiye – 8GB USB Bellek hediye
İkinci gelen tasarıma - 500$
Üçüncü gelen tasarıma - 250$


Yarışmaya Katılım

  • Yarışmacılar www.kingston.com/turkey/usbdesign adresine tasarımlarını yükleyerek yarışmaya katılabilirler.
  • Her yarışmacı en fazla üç tasarımla yarışmaya katılabilir.
  • Tasarımlarda renk ve şekil serbesttir.
  • Siteye yüklenen tasarımlar Kingston tarafından belirtilen şartlara uygunluğu onaylandıktan sonra www.kingston.com/turkey/usbdesign sitesinde yayınlanacaktır.
  • Yarışmacılar tasarımlarını aşağıdaki ölçüleri göz önüne alarak tasarlayacaklardır;

      Uzunluk: 48 mm (USB girişi dahil)
      Genişlik: 14 mm
      Boyutlar:
Daha fazla bilgi edinmek için :http://www.kingston.com/turkey/

Viral Potansiyeli

Bu videoları izleyeli 3-4 yıl olmuştur ama hala aklımda aynı fikir dönüp durmakta. Neyden bahsediyorum? Tabi ki Çenekafalar'dan bahsediyorum. Bu zamana kadar birçok internet videosuna maruz kaldım, kaldınız, kaldık. Ama aralarında çıkan en orijinal çalışmalardan biri bence Çenekafalar. Güzelce yazılmış, canlandırılmış ve çok güzel çok orijinal bir "çeneye surat çizme" fikri ile hayata geçirilmiş "Celal Abi ve Fiko"nun 4 farklı hikayesinden oluşan bir çalışma.

Ama hala düşünüyorum da, bu kadar sevilen bir sürü kolpa kopyası çıkan Çenekafalar fikrini neden kimse görüpte bir viral olarak ya da bir tv reklam kampanyasında kullanmadı. Bence çok akılda kalır ve eğlenceli bir çalışma olurdu, yanlış mı düşünüyorum acaba. Neyse sizi, eğer izlemediyseniz ya da tekrardan izlemek istiyorsanız, videolarla başbaşa bırakıyorum. Uyarırım +18'dir!





Çay-Dan-Lık

Acaba;

Çay koyacağınız zaman, çaydanlığın altındaki kaynaşmış suyun ayağımıza damlama ihtimali, Amy Winehouse'un gene acayip bir hareket yapması ihtimaline eşit midir? Acaba caba aba ab a!

Küçük Ama Mide Bulandırmıyor

Sanat o kadar şey için bir üst başlık oldu ki ne bileyim bir nihat doğan bir ajdar bile ben sanatçıyım diye ortada gezebiliyor. Hal böyle olunca böyle bir işe sadece mizah gözüyle bakmak saçma olur diye düşünüyorum.

Zaten eminim siz de benimle aynı fikri paylaşıcaksınız. Neyse efendim konumuza gelelim. Konumuz Magnus Muhr. Peki Magnus Muhr kimdir aga?

Magnus Muhr İsveçli bir fotoğraf sanatçısıdır. Yahu arkadaş bu İsveçliler sanatta çok başarılar yaw. İsveçten babam çıksa dinlerim, izlerim, takdir ederim vallah. Neyse Magnus Muhr'a dönecek olursak şöyle bir olay örgüsünü anlatalım.

Günlerden bir gün bu abi partiden sıkılmış ve herkes gibi balkon, teras gibi yerlerde diğer sıkılanlarla takılmaktansa tek başına bir yürüyüşe çıkayım demiş. Sonra yerde bir grup ölü sinekle karşılaşmış ve aklına cin bir fikir gelmiş. Hemen toplamış cenazeleri eve doğru yol almış.
Eve vardığında beyaz kağıt üzerine koyduğu cansız bedenleri kalemiyle komik kompozisyonlar yaratmak suretiyle kullanmış. Sonra bu kompozisyonları fotoğraflayıp tanesini yaklaşık 90 liraya satıyormuş. Vay arkadaş nerelerden ne paralar kazanıyor insanlar. Sanatçının anlattığına göre baya terleten bir işmiş bu. Tek tek cımbızla kağıt üzerine yerleştirmek, çizmek falan. Ama asla kendisi sinek falan öldürmüyormuş ya da herhangi bir işlem yapmıyormuş o mide bulandıran canlılar üzerinde.
Şimdi bütün bu anlatılanların üzerine benim ayrı bir senaryom var. Eğer bunu yapan bir türk olsaydı bu kadar pahalıya satmazdı, ona eminim. Bilirdi kendi vatandaşının huyunu ama bu işten para kazanmaya başladığı anda o ben sinek öldürmüyorum diyen sanatçı gibi davranmayacağından adım gibi eminim. Napardı? Önce alırdı bir karpuz aga. Sonra onun her diliminden her pencere kenarına kordu birer tane. Sonra aksın muhimmat. Sonra penceleri kapatıp bi sinek ilacı verirdi ortama. Kendini de dışarı atardı. Gelince birden bir sürü parası olurdu. Yani bence böyle bir şey olurdu. Neyse çok konuştum sizi eserlerden örneklerle başbaşa bırakayım.
Birde unutmadan sanatçının resmi sitesinden diğer eserlerine ve bu örneklere de bakabilirsiniz: http://muhr.area81.se





9 Mart 2010 Salı

Sade ve Dokunaklı: "Olafur Arnalds"


İzlanda'nın post rock ve neo-classical müziğine daha da aşık olmamın nedenidir Olafur Arnalds (Slowblow, 65 Days of Static, Daniel Bjarnason ile birlikte).Kendisini geçtiğimiz senelerden bir kış gününde Found Songs albümünü edinmek suretiyle tanıdım. O günden beri vazgeçilmezlerim arasına girdi.

Aslında yaptığı müzik neo-classical/ambient tarzında diyebilirim. Hissettirdikleri konusunda hiçbir şey diyemem. Ama odanızın ışığını kapatıp ya da loş bir hale getirip düşüncelere dalmanızı sağlayan yavaş yavaş akan piyano sesi ve keman eşliği sizi hüzünlendirecektir.Aslında tam bir kış albümüdür. Pencereden dışarıyı seyrederken yavaşça düşen kar tanelerinin düşündükleridir müziğine yansıyan.Çıplak ağaçların ısınma isteğidir. Öyle sade bir yorumlaması vardır ki kendimden yaşça küçük olduğunu bildiğim halde hayranlıkla baktığım iki insandan biridir. (Diğeri Zach Condon).

Şu ana kadar çıkarmış olduğu albümlerin kapakları da ayrı bir sadelik ve güzellik içermektedir.Bunu da belirtmeden edemeyeceğim. Şimdiye kadar 3 albümü ve bir EP'si bulunan (Eugoly for Evolution -2006, Variantions of Static Ep-2008, Found Songs-2009, Dyad1909-2009)sanatçının her albümünü şiddetle tavsiye etmekten başka yapacak bir şeyim yok şu sıralar.


Ekonomiye Can Verenler ve Cansever


Zabah zabah okuduğum haberin yazıya dökülmesi gerektiğine şimdi karar verdim nedense. Nedeni belli aslında.

Şimdi bu yunanistan'ın düşmüş olduğu parasızlık, hakir durum, kepenk kapatma olaylarının ardından bir anda yunan gündemine pop yıldızları Julia Alexandratou'nun porno filmi düşmüş ki ne düşmüş. Bu kadının bilgisi dahilinde zamanında çekilen bu vidyo piyasaya 20 avrodan sürülmüş ve bir haftada 200 bin satmış vayhh ekonomiye can vermiş bir anda.
acaba gerçekten ekonomiye can verme amacı mı yoksa ilk ben izleyim amacımı güdülmüş tam olarak bilmiyorum ama o illaki o hafta içinde nete düşecekti ve prodüksiyon ürünü bir şey olmadığından indirip izlerdin arkadaş niye para verdin?

Yani illa ekonomiye can vereceniz o zaman gidin o ortalığı kasıp kavuran sanatçınız Eleni Karaindrou'nun albümlerini alın, her zaman muhteşem albümler yapan Rotting Christ'in albümlerini alın ya ne bileyim gidin sirtaki albümleri alın, gidin o muhteşem yönetmeniniz Theodoros Angelepoulos'un filmlerinden satın alın arkadaş. Demek ki dünya kadar sanat eserin olacağına fındık kadar bilmem neyin olsun her zaman köşesin. Bu mu? Helal olsun! Bunu bir daha kanıtladınız.

Cansever diye bir arabeskçimiz mevcuttu bizim o aklıma geldi birden hazır başlığa yazmışken eğer bizi izliyorsa ona da burdan selamlarımı iletiyorum.

E-Flört slm, asl?


Ülkemizde 2,5 milyon vatandaşımız internet üzerindeki flört sitelerinden sevgili bulma derdine düşmüş. Ee sosyal paylaşım ağlarının bu denli büyüdüğü bir devirde böyle bir büyümenin olması kaçınılmaz zaten. Eskiden mIRC vardı ICQ vardı şimdi neler olduğuna bir bakın hele bir bak kim geliyor!

Türkiye'de 100 civarı e-flört sitesi mevcut imiş. Heralde zamanında hatırı sayılır yer edinen yonja, hi5 ve siberalem (başka hatırlamıyorum) hala o yeri koruyanlardandır.

Bu kadar insanın böyle sitelerde neden takıldığının nedeni de çok kağıt bir şeye dayanıyor: Para.
Şimdi adam diyor ki kafede, barda orda burda dış dünyada tanıştığım zaman çok masraflı oluyor aga. Bu böyle gitmez. Bu sitelere paralı bile üye olsam bir aylık üyelik benim bir günlük bar ısmarım kadar bir şey zaten hemide sınırsız insanla muhabbet edecem. Kebap!

Hal böyle olunca biriken bu nedenler işte böyle bir sektörün de devyarasa bir şekilde büyümesine ortam hazırlamış. Tabi bizim ülkemizdeki devede kulak. Amerika'dan bahsetmiyorum bile.
Neyse.Slm, nbr?

Deneme


Etki/Tepki

Karşıdan karşıya geçmek için yeşilin yanmasını bekleyenlerdendi. Diğerleri yanından gayet emin şekilde, kırmızı yanarken karşıya geçebiliyordu ama buna cesaret edemiyordu. Hem kuralları hiçe saymayan hem de trafik konusunda biraz korkan biriydi. Hep subay olmak istemişti. Askeriye kuralları onun için hep çok etkileyici bir şey olmuş, hem daha disiplinli bir yaşam yaşardı hem de o kıyafetin içinde kendini iyi hisserdi.

Bunları 1-2 saniye içerisinde düşündü. Hâlâ kırmızı yanıyordu, tam bu sırada biri koluna çarparak hızlıca karşıya geçmeye yeltendi. Hemen kolundan tuttuğu gibi adamı geri çekti.Hızla geçen arabanın rüzgarını ikisi de hissettiler. "Demek bu kadar hızla geçip gidiyor yaşam ölüme" diye düşünmeden edemedi. Hala adamın kolunu sıkı sıkı tutuyordu. Adam birden silkelendi ve ona dönüp baktı. Yüzünde gülümsemeyle adama baktı fakat adamın hiç teşekkür edecek bir surat ifadesi yoktu, üstelik adam değil daha 18-20 yaşlarında bir gençti.

Dikkatlice bakınca elindeki tiner torbasını farketti. Biraz tedirgin olmuştu. Hele bir de böyle bir hareket yapınca, kesin tinercinin kendisine saldıracağını düşündü ama öyle olmadı. Tinerci sadece biraz para istedi. Elini cebine attı ve çıkan 10 lirayı hemen tinerciye verdi. Bu sırada yeşil yanmıştı. Karşıya doğru yürümeye başladı. Arkasına baktı, tinerci karşıya geçmiyor orada öylece bekliyordu. Anlam veremedi ama yürümeye devam etti. Bu sırada tekrar kırmızı ışık yanmıştı. Araçlar hızlıca geçmeye başlamışlardı tekrardan.

Tam bu sırada bir fren sesi duyuldu, kafasını çevirip baktı. Az önce para verdiği tinerci kanlar içinde yatıyordu. Verdiği on liranın yandaki cüzdana ait olduğunu düşündü. Çünkü cüzdanda sadece on lira vardı ve cüzdandaki kimlik bu çocuğa ait değildi. Cüzdanı aldığı gibi olay yerinden ayrıldı. Daha olayın şokunu atlatamamıştı ama işe gitmek zorunda olduğunu biliyordu.

İş yerine geldiğinde suratı sapsarıydı. İlk önce yarım saat hiç kıpırdamadan düşündü, daha sonra cüzdanın sahibini bulmaya koyuldu. Cüzdanın bir yerinde iliştirilmiş bir telefon numarası buldu.
Direkt numarayı aradı. Çıkan ses karşıdakinin genç olduğu hissini veriyordu. İş yerinin tarifini verdi ve gelip cüzdanı alabileceğini söyledi.

Akşama doğru cüzdanın sahibi gelmişti. Cüzdanı sahibine uzattı.
"Eksik bir şey yoktur umarım" dedi.
"Yok hayır, her şey tam hatta içindeki 10 lira bile duruyor. Tinerciden korkup vermiştim cüzdanımı. Ama içindeki parayı bile harcamamış. Siz nereden buldunuz cüzdanı?" dedi
"Anlam verememişti. Önce tinerciyi kurtarmış, sonra ona para vermişti. Bu planlanmış bir şeymiydi."
"Neyse, çok teşekkür ederim" dedi cüzdanın sahibi ve ayrıldı.
O ise olayın tesadüf mü, bilerek yapılan bir şey mi ya da o olmadığına inandığı tanrının onu ikna çabasımıydı diye düşünüyordu.
Geç olmuştu. İş yerinden çıktı. Yolun karşısına geçmek için kaldırımda durdu. Kırmızı ışık yanıyordu. Aldırış etmedi ve yürüdü...

fe

Dokunaklı Bir Hikaye "Uzak İhtimal"


Bir filme bir isim bu kadar yakışır diye cümleye girmek istiyorum hemencecik. Hüzünlenmek istiyorsanız hüzünleneceksiniz emin olun. Yapmayın başında sıkılıp hemen kapatmayın. Düşünün. Bir müezzinin bir rahibeye aşık olduğunu düşünün. Hem de o rahibenin kapı komşusu olduğunu düşünün. Hem de bunun İstanbul'un muhteşem görüntüleriyle kültür beşiğiyle dinler beşiğiyle anlatıldığını düşünün. oyuncuların olabildiğine sade olduğunu fark edin. Bir kere kendinizi o durumda düşünün. Ne yapardınız?
Afişinde yazan bu söylem de kısaca ne olduğunu bize anlatır nitelikte zaten: "Söyle Tanrın Kimse Ona Tapayım"

38. Hollanda Rotterdam Film Festivali En İyi Filmi ödülüne ve birçok farklı festivalde birçok farklı ödüle layık görülen bu film gönüllerinizin ödülüne de layık, bundan şüpheniz olmasın.

Türkiye'den Çığlıklar "Satanized"


Black metali çok sevdiğimi söyleyemem. Daha doğrusu Norwegian Black Metal'i sevemiyorum bir türlü ama işin içine biraz melodiklik biraz folk öğeler biraz semfoniklik girdiği zaman babam çıksa dinlerim. Beni benden alır bu tür melodik semfonik folk öğeler, biliyorum kendimi. İşte bunun örneklerini ülkemizde Sabhankra, Gargoyle, Episode 13 (Tabula Rasa albümü) ve şu sıralar yeni keşfettiğim, dinlemeden duramadığım yeni bir grup Satanized.
Aslında Satanized'i ilk gördüğümde, dinlemeden önce albüm kapağı ve myspace tasarımı fotoğraflarından gene bir odun black metal beni bekliyor diye düşünmüştüm ama dinleyince hiç te öyle olmadığını anladım.
2009 ylında Possessed by Darkness Ep'sini yayınlayan grup şu an albüm çalışması içerisindeymiş. Türkiye'de böyle işlerin olması beni her zaman çok sevindirmiştir.
Grubun Myspace Sayfası:http://www.myspace.com/truesatanized
Bir de en aşık olduğum parçalarının canlı kaydını sizinle paylaşayım da tam olsun. Hadi bakalım.

8 Mart 2010 Pazartesi

Yılın Medya İnsanI "Mark Zuckerberg"


Reklam endüstrisinin şekillendirilmesinde ve bugünün medyasını etkilemede rol oynayan kişilere verilen "Yılın Medya İnsanı" ödülü bu sene Facebook'un CEO'su Mark Zuckerberg'e verilecek.

Cannes Lions CEO'su Philip Thomas, konuya ilişkin olarak, "Mark Zuckerberg için internette en baskın işlerden birini çok hızlı yaratmanın ve böylesi global bir etki oluşturmanın başkalarıyla kurduğumuz iletişimden geçiyor olması bir hayli şaşırtıcı" dedi.

Bu sene 57.si düzenlenen Cannes Lions Festivali'nin geçtiğimiz sene ödüle layık görülen kişisi Microsoft'un CEO'su Steve Ballmer'dı.


Sun Express'ten Jest


SunExpress'in, İstanbul'un tanıtımına katkıda bulunmak amacıyla Türk ve Alman sanatçıların özgün tasarımlarıyla boyanan Boeing 737-800 uçağı, 27 Şubat 2010 tarihinden itibaren 5 yıl süreyle, şirketin İstanbul Sabiha Gökçen merkezli uçuşlarında kullanılmaya başlanmış.

Türkiye'de ilk olarak, turkuvaza boyalı gövdesi kırmızı İstanbul simgeleriyle süslenen uçak, Avrupa'daki birçok ülkeye uçarak gönüllü turizm elçiliği yapıp milyonlara tanıtacakmış İstanbulumuzu.Ne güzel bir şey.

Arapsam Günahım Ne?


Araplara Seks Sansürü

Microsoft Arap ülkeleri için hazırlanmış Bing versiyonuna seks sansürü koymuş. Arama motorunun cinsel anlamlar teşkil eden gay, lezbiyen, biseksüel gibi kelimeleri filtrelediği ortaya çıkmış.
Vay arkadaş ya Arap olduğun zaman demek ki sıçtın eğer böyle isteklerin varsa içinde. Aslında sıçmadın Bing ne dünkü bok, google'dan arar bulursun da bu adamların böyle bir sansür getirmeleri çok saçma yav. Bu ne demek "siz varya siz az malın gözü değilsiniz bir de gidip gay lezbiyen falan mı takılacanız. Oturun adam olun!"
Nasıl bir mantık lan bu?

Easy Star All Stars


Reggae sevenler için güzel bir alternatif, hem rock hem reggae sevenler için apayrı bir yer teşkil edebilecek bir grup "Easy Star All Stars". Neden mi? Çünkü grubun yayınlanmış iki albümleri de aslında cover albümleri. Birinci albümleri olan "Dub Side of The Moon" hepimizin bildiği hayranı olduğum grup Pink Floyd'un Dark Side of The Moon albümünün tamamının coverlarından oluşuyor ve oldukça güzel coverlar bunlar. İkincisi ise Radiohead- Ok Computer albümünün coverlarından oluşan "Radiodread" albümü ki bu albümde en az diğeri kadar güzel. Çok fazla reggae sevmeyenler için bile kendini dinlettirebilecek bir sound'a sahip olan grubun canlı performansları da izlenmeye değer nitelikte. Ben her türlü sevdim aga. Buyrun bir de siz deneyin:

7 Mart 2010 Pazar

Swatch'tan İstanbul Özel Tasarımı


İstanbul'da geçen zamanlar için İstanbul özel saati!
Swatch,İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı ile işbirliği halinde gerçekleştirdiği proje kapsamında İstanbula özel saat tasarlamış. İstanbul,bugüne kadar dünyanın önde gelen az sayıdaki metropolü için özel tasarıma imza atan markanın portföyünde yer alan altıncı şehir olmuş.

Swatch tarafından tasarlanan bu saat, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansının,İstanbulun marka değerini artırmaya yönelik çalışmaları kapsamında özel bir yer tutuyor imiş.