rss
twitter
facebook

19 Mart 2010 Cuma

Fast Food-Slow Decay

Fast food aşığı değilim, düşmanı da değilim.Fakat aklıma gelmez ya da aklımdan geçmez hiç, şöyle bir hamburger olsa, bir mc donalds'a bir burger king'e gitsek menülere dalsak diye. Zararlı olup olmamasından değil ama gitmemem benim yararıma onu biliyorum. Siz bunu biliyor muydunuz? Bilmiyordunuz!Şiştiniz mi? Şimdi şişik dinleyin beni.
Küçükken cips yerken babannem bana hep aynı şeyi sölerdi. "Yemen evladım öle şeler, ben evde size batatez gızartıverem. Vermeyn gari öle şelere paralağnızı."

Aslında hep onlar haklıyıdı. Neden dışarıdan yediğim çoğu şey sağlıksız ama güzel olurdu hep? Anlayamıyordum o zamanlar. Ama malesef insan büyüyor. Büyüdükçe farkına varıyor. "Bunlar sırf kapitalist düşüncelerin bize dayattığı, rant peşinde olup senin sağlığını hiçe sayan firmalar, şirketlermiş ya! vay arkadaş."diye düşünüyor. Haklı ama kaç kişinin böyle düşündüğü ya da kaç kişinin düşündüğünü uyguladığı bir devirde yaşıyoruz? Bir parmağın sayıları yeterli olabilir veriler için. Neyse efenim ne diyecektim ben, şey diyecektim işte bu fast food firmalarının başında gelen bir firma, adını burada verip rencide etmek istemiyorum onu (Mc Donalds), bir bilinçli tüketici, torunsever bir teyzemiz tarafından yapılan araştırma ile yerle bir olmuş, iflas etmiş, batmış, sahibi intihar etmiş demek isterdim ama sadece teyzemiz bir araştırma yapıp bu ve bunun gibi firmaların gıdalarının, ne kadar sağlıklı olduğu araştırmasını yapmış ve ortaya çok ilginç bir sonuç çıkmış. Buradan sonrasını kopyala yapıştır yapacağım gene (ben bunu hep yapıyorum):

Bu hamburger bir sene boyunca bozulmadı!
ABD'li bir beslenme uzmanı, McDonalds'tan aldığı menüyü bir yıl boyunca mutfağında bekletti. Menü neredeyse hiç değişim göstermedi.
Amerikalı beslenme uzmanı Joann Bruso, McDonalds'taki ürünlerde bulunan koruyucu maddelerin çocukların sağlıklı beslenmesi üstündeki etkilerini incelemek için enteresan bir deneye imza attı.ABD, Colorado'da yaşayan Joann Bruso, McDonalds'ın hamburger ve patates kızartmasından oluşan Happy Meal menüsünü, ne kadar sağlıklı olduklarını görmek için, bir sene boyunca mutfağının bir rafında sakladı.
SİNEK VE BÖCEKLER BİLE KONMADI
Menüyü üstünü kapamadan sakladığını belirten Bruso, "Bu dönem içerisinde tabii ki birçok kez camları açık bıraktım. Ama sinekler ve böcekler bu menünün üzerine konmadı. Bu size neyi gösteriyor? Sinek ve böcekler bile bu yiyecek ile uğraşmıyor" dedi.
Sekiz torunu da olan 62 yaşındaki Bruso, sağlıklı beslenme konusunda ebeveynlere tavsiyeler verdiği blog'unda her gün hamburger ve patates kızartmalarının değişimini yazdı.Ancak beklenenin aksine hamburger ve patates kızartması bir sene içerisinde çok az bir değişim gösterdi.
YEMEK DEDİĞİN BOZULMALIDIR
Amerikalı beslenme uzmanı deneyinin, bu gıdaların içinde yer alan koruyucu maddelerin ne kadar güçlü olduğunu ve bunun çocukların sağlığı üzerinde yol açabileceği olumsuz etkileri gösterdiğini söylüyor.
Bruso, "Yemek dediğin bozulmalıdır. Hatta beklettiğin zaman kokmalıdır. Eğer bunlar olmuyorsa, o gıda bozulmuyorsa, bu o gıdanın çocuklar için ne kadar sağlıksız olduğunu gösterir.


18 Mart 2010 Perşembe

Esin Kampanya ve Rahatsızlık

Polonya'da kürtaj yaptırmak yasal değilmiş. İşte bu nedenle, ülkedeki feminist örgüt SROM, hem bu yasağı yermek hem de kadınları Polonya dışındaki seçenekler hakkında bilgilendirmek amacı ile yaptığını söylediği kampanya afişi ülkede büyük tepkilere neden olmuş.

Mastercard'ın sloganından esinlenilerek daha doğrusu kopyalanarak yapılan afiş sloganında, "İngiltere’ye uçak bileti 300 zloti. Konaklama 240 zloti. Bir klinikte kürtaj 0 zloti. Uygun koşullarda yapılmış bir operasyondan sonra hissedilen rahatlama, paha biçilemez’, en altta da ‘Ödeyeceğiniz toplam para Polonya’da gizlice yaptırdığınız kürtaj için ödeyeceğinizden az’ yazıyor. Ayrıca afişte yer alan iç çamaşırlı kadının karnına kırmızı renkle ‘Benim seçimim’azılmış.
Polonya halkının rahatsız olması mı normal kürtajın yasal olmaması mı yada başka ülkelerde yasal olması mı anormal bilmiyorum, insan hakları doğmamış insanlar için geçerli değil de sadece doğuracaklar için geçerliyse zaten konuyu tartışmaya bile gerek yok. Bir şeyin legal ya da illegal oluşu onu doğru ya da yanlış yapmaz. Doğru da yanlış ta bellidir, irade hürdür ama iradesizlerin seçme şansı yoktur. Onlar gün gelir başkalarının zevkleri sonucu ortaya çıkıp gün gelir onların tercihleri sonucu yok olabilirler.

Bu It's Always Sunny In Ph. dizisindeki kürtaj eylemini hatırlattı bana. Oradaki tabi komikti. Mac'in sırf bir kadını etkilemek için yapmış olduğu kürtaj karşıtı role bürünüp bir pankarta "What If Jesus Was Aborted" yazmasıydı olay. Aslında bunu da kürtaj karşıtı bir Polonya örgütü
kopyalayıp afiş olarak dağıtabilir. Gayet etkileyici ve tepki ve yandaş bulabilecek bir slogan.

Canlı Yayında İşkence

Şiddet insanların içinde her zaman var olan bir duygudur ve aslında bir kıvılcım onu tetikleyebilecek niteliktedir. Bir işkence sahnesi izlerken tüylerimiz diken diken olabilir, nasıl yapabiliyor bunu diye sorgulamaya geçebiliriz, bir kan sporu, köpek dövüşü izlerken insanların sadece kenardan tezahurat etmesi, bir tarafı tutması, şiddete onay vermesi bizi şaşırtabilir bazen ama bazen de biz o şiddetin bir parçası olabiliriz. Biz uygulayabiliriz, çünkü doğamızda bu var.

İşte yapılan bu deney de bunu açık bir şekilde gösteriyor.Aslında bu deneydeki amaç televizyon gücünün gösterilmesi fakat bir yandan da insan içindeki bastırılmış şiddet ve şiddet onayı duygularının açığa vurumu belgelenmiş olunuyor. Yani en azından ben televizyon gücü tarafıyla ilgilenmiyorum. Haberi direkt kopyalıyorum;

Fransa’da "televizyonun gücünün insanlara neler yaptırabileceğine" ilişkin deney, insanların bir yarışma programı uğruna başkalarına fiziksel işkence edebildiğini gösterdi.
France 2 kanalı için çekilen “Ölüm Oyunu” isimli belgeselde, kurmaca bir yarışma programı için stüdyo hazırlandı ve 80 yarışmacı bulundu. Yarışmacılara, sorulara yanlış cevap veren “rakiplerine” elektrik vermeleri söylendi.

Yarışmacıların yüzde 80’i, rakiplerinin çığlıklar atarak yalvarmalarına rağmen elektrik şokunu verdi. Bir deneyin parçası olduklarını bilmeyen salondaki izleyiciler de bu sırada “Ceza! Ceza!” diye bağırdı. Aslında yarışmacıların rakipleri profesyonel aktörlerdi ve elektrik şoku da sahteydi.

Programın yapımcısı Christophe Nick, “Katılımcıların yüzde 80’inin sadist emirlere uyduğunu görünce çok şaşırdık” dedi. Deneklerin yalnızca 16’sının emirlere uymayı reddettiğini söyleyen Nick, diğerlerininse, rakiplerine 460 volta kadar elektrik verdiğini belirtti. Aktörlerin yardım çığlıklarının ve öldüklerinin sanılması için tamamen susmalarının da yarışmacıları durdurmadığı görüldü.

Belgesel ekibinde yer alan psikolog Jean-Leon Beauvois, amaçlarının televizyonun manipülatif gücünü göstermek olduğunu belirterek, “Televizyon gücünü kötüye kullanmaya karar verirse herkese her şeyi yapabilir” dedi.

Yeni Bir Saldırı Biçimi

Barut icat oldu mertlik bozuldu diye bir atasözü vardır ya, aslında bu olayın barutla falan alakası yok. Bu olay direkt insan vücudu ile alakalı.

Kahramanımız İskoçyada evinde zerhoş bir halde kız arkadaşıyla kavga ediyorken polis olaya müdahale için eve giriyor. Eve girdiklerinde gördükleri şey ise üzerinde sadece donu olan zerhoş bir adam. Bu arada olaya müdahale eden polis de bir bayan olunca adam öyle bir saldırı biçimi uyguluyor ki anadan üryan.
Cinsel organı ile saldırıyor polise, onunla dövmeye çalışıyor,gazeteyle döver gibi vuruyor herhalde. Ama saldırıyor aga. Yapıyor bunu. Yeni bir saldırı biçimi geliştiriyor karşı cinsler için. Belki ilerki dönemlere miras kalacak bir saldırı ama normal kafayla yapılamayacak türden.
Daha sonra tabi arkadaşı mahkemeye çıkarıyorlar ve diyor ki çok zerhoştum hatırlamıyorum fakat yapmış olabilirim. İşte kendinden kuşkusu yok, kafam iyiyse yapmışımdır abi diyebiliyor ve para cezası ile yırtıyor.

Olaydan çıkarılacak sonuç ne?
Asla sarhoşken eve kadın polis sokmayın!Sonra neme lazım, her şey olabilir.

17 Mart 2010 Çarşamba

Los Lunes Al Sol


Los Lunes Al Sol yani Türkiye'deki vizyon adıyla Güneşli Pazartesiler. Ölmeden izlenmesi gereken ilk 10 film diye bir liste varsa eğer ilk sıralarda yer alması gereken bir film o. Siz anlayın artık, nasıl bir film olduğunu.

Filmin konusunu kabaca anlatacak olursam, İspanya'nın endüstrisi gelişmiş bir liman kentinde tersanede çalışan Santa ve 5 arkadaşı, yapılan grevden sonra işten çıkartılır. Rico, aldığı tazminat ile "Tersane" isimli bir bar açar ve bütün arkadaşlar bu barda vakit geçirmeye, birbirlerinin düşlerini paylaşıp, sıkıntılarını gidermeye çalışırlar.Bir diğer yandan ise yeni iş arayışları sürekli devam etmektedir.

İşsizlik, orta yaş bunalımı, yalnızlık, arkadaşlık,isyan gibi temalar filmde öyle bir dille verilmiş ki filmi izlemiyor da yaşıyorsunuz adeta diyebilirim.
Olayların sıradanlığı, repliklerin sadeliği ama çok derin duygular içermesi, insanın kendini o karakterlerden birinin yerine koyabilmesini sağlıyor. Çünkü aslında insan kendisiyle aynı ya da benzer bir karakteri görüyor karşısında, o karakterle benzer dertlere veya heyecanlara sahip, onunla aynı isyankar tavır içerisinde, o da hayatının belli bir döneminde o karakterlerin hissettiği gibi hissetmişti. Yani tam manasıyla ayna gibi bir film.
Filmi izlerken ki ruh halim bittikten sonraki ruh halimle aynı değil ama benzer özellikler taşıyordu. Aslında insan böyle filmler izledikten sonra oturup sorguluyor bir şeyleri, kendini, kendi dışındakileri, daha farklı bakabiliyor ya da bakmak isteği duyuyor çünkü bu filmler ona kendi hayatından kesitler verip, hayatını daha iyi yapmak için bir fırsat sunuyor . Ben de bu söylediklerimi uygulayanlardanım. Farklı bakan ya da bakmaya çalışan ya da farklılaştırmaya, iyileştirmeye çalışan biri. Galiba...
Ayrıyetten Javier Bardem'in sergilemiş olduğu oyunculuk muhteşem ötesiydi. Bunu da belirtmeden yapamıyacağım. 10 üzerinden atlayıp 11'e basacak bir oyunculuk. İzleyin, mutlaka!

Aslında filmin bütün büyüsü bu soruda belli ediyor kendini:

-Que dia es hoy?

Beş Saniyelik Filmler

Yani orijinal adıyla 5 Second Films ile, o meşhur işe geç kalma isyanı filmi "Late For Work" ile tanışma fırsatı bulmuş idim ve böyle videoların devamı da mı var imiş diye şaşırmıştım. Siteye girdiğimizde 5 saniyeden oluşan hiper kısa ve eğlenceli birçok film ile karşılaşıyoruz. Daha ne açıklayayım bilemedim.
Buda site adresidir, duyurulur! : http://5secondfilms.com/
Buyrun örnek teşkil olsun diye bir tanesini sizlerle paylaşayım.

16 Mart 2010 Salı

Something Extra Delicious

Oren Lavie. Onu o meşhur stop motion klibi Her Morning Elegance ile tanıyanlar çoktur. O klibi izledikten sonra hayran kalmamak elde değildir. Oren Lavie İsrail asıllı besteci, yazar, müzisyen,yönetmen gibi sıfatlara erişmiş bir insan. O meşhur klibini de kendisi çekmiştir.

Kendisi hakkında fazla bilgi vermek gerekir mi gerekmez mi bilmiyorum ama The Opposite Side Of The Sea albümünü baştan sona defalarca ve defalarca dinlemek gerekir, bundan eminim. Özellikle A Dream within A Dream, The Man Who Isn't There şarkılarını dinlerken çok garip hissederim kendimi, gözlerim dolar, o şarkıları ilk dinlediğim zamanlara giderim, o kış günü karlı bahçemi seyrederken masamın başında oturmuş düşündüğüm, aklımda olan, o zamandan beri aklımdan hiç çıkmayan şeyi düşünürümm.
Şey demek, o düşündüğüme haksızlık olur, çok büyük haksızlık. Dinlerken O'nu yanımda hissederim, kendi yazdığım O senaryosunu kendime kendim oynarım. Gözlerim daha da dolabilir o anlarda ama gerisi gelmez. Ve tekrarlarım aynı nakaratı defalarca ve defalarca;

caught within a dream within a dream
a man within a man
caught within a thought within a thought
an ocean so deep
he'll drown in his sleep
Rüya ya da değil daha emin değilim ama rüyaysa uyanmaktan, gerçekse uyumaktan korkuyorum.

Fotoğraflar Ölümsüzdür

Fotoğraflar ölümsüzdür cümlesini türeten biz ölümlüler, her fırsatta yeni bir ölümsüzlük yaratmak için basarız deklanşöre. Yani en azından çoğumuz basar. Bu komik bir an, güzel bir an, hüzünlü bir an, kofi an nan olabilir. Ama işte bu abimizin yaptığı gibi bir anda ölümsüzleşmek her kişinin aklına gelmez, hele öyle bir durumdai kimse düşünmez böyle bir şeyi.

Yer: Fethiye
Mekan: Ganyan Bayiisi çıkışı
Tarih: 16 Mart 2010
Zaman:14:30 ve civarı
Kişi: Mustafa Yeni
Yaş:42

Bu bilgilerin de yardımıyla olayı çözüyoruz. Mustafa bey her gün yaptığı gibi at yarışı kuponunu yatırmak suretiyle ganyan bayiine gider. Büyük bir ihtimal Mustafa beyin atına atılan laftan ötürü bir kavgadır çıkar ve Mustafa bey bıçaklanarak yaralanır. Olayı vatandaşlar ayırır. Ambulans, sağlık ekibi ve birkaç gazeteci olay yerine gelirler.

İşte tam bu sırada kendisini görüntülemek isteyen gazetecilere dönüp "Olayı ölümsüzleştirmek istiyorum" der ve 3'ten geriye doğru sayarak hareketini çeker, ambulansa binip gözden kaybolur. Bu olay çevredeki vatandaşlar tarafından tabi kahkahalarla karşılanır. Ama asıl soru şudur ki, abi o halde nereden geldi bu aklına? Kafan mı iyi? Ne biçim bir kimyasal aldın? ya da Fena mizah anlayışın varmış abi, büyüksün!

İşte bahsi geçen fotoğraf, tabi sansür engeline uğramış yapacak bir şey yok.

Krotki Film o Zabijanui

İngilizce tercümesiyle A Short Film About Killing/Thou Shalt Not Kill yani 10 Emirden biri olan Öldürmeyeceksin maddesi.
Polonyalı dahi yönetmen Krzysztof Kieslowski'nin dekalog serisinin beşinci filmi. 10 emirden hareketle yazmış olduğu 10 kısa filmin ikisini uzun metraj çekmeye karar veren yönetmen bu iki seçiminden birini bu film, diğerini ise Krotki Film o Milosci/A Short Film About Love filmi için kullanmış.
Evet bu filme gelirsek, filmde ölüm, şiddet ve sosyal değerler bütün çıplaklığı ve sadeliği ile vurgulanıyor. Filmde işlenen bir cinayet ve cinayet sonrası idama mahkum edilen bir adamın hikayesi çok etkili bir şekilde yansıtılmış. Aslında ben filmi izlerken olay henüz cinayete gelmeden o sinir olduğum taksi şoförünün başına bir şey gelmesi için dua etmiştim ve geldi. (aha spoiler!)
İzlediğim ve rivayete görede aynı şekilde olduğu düşünülen, en uzun cinayet sahnesiydi. Aslında cinayeti bir bakıma size de işletmeye çalışmış yönetmen. Böylelikle o "Öldürmeyeceksin" emrinin ehemmiyetini vurgulamış. Tabi olay bu cinayetle bitmiyor. Ardından idam mahkumu bir katilin psikolojisini yaşıyorsunuz. Yaşatıyor. Onun o çaresizliği, din adamıyla konuşması, kafasındaki soru işaretleri hepsi o kadar adım adım işlenmiş ki benim de içime aynı şekilde işledi ve sonunda "Öldürmeyeceksin" emrinin sadece birey için değil devlet için de gerekli olduğunu bangır bangır bağırırcasına yapılan bir idam. O hüznü yaşamada ki doruk noktanız.
Her canlı ölümü tadacaktır, her insan.Tamam ama önce her insan bu filmi izlemeli daha sonra tatmalıdır ölümü.Tabi diğer filmleri de izlemeli ama ilk sıraya bunu koymalı.

15 Mart 2010 Pazartesi

Poz Kesen Penguenler


Penguenlerin de fotoğraf çekilirken insan gibi poz verdikleri saptanmış. Yani "İnsan gibi dur beş dakka" cümlesindeki insan gibi değil normal kanlı canlı insan gibi.

Ama bunu araştırıp soruşturan bir İsveçli Bilim Adamları topluluğu yok. Bu sadece bir fotoğrafçının "lan acaba?" görüşünü mübağla yapmayı abartma derecesine getirerek haber yapan Daily Telgraph'ın haberi ki bu haberi bir de Radikal gibi bir gazetemizin internet sayfasında görüyorum. "İşte habercilik bu!" dedikleri bu olsa gerek diyorum içimden.

Olay da şöyle cereyan ediyor; fotoğrafları çeken kişinin ağzından yazılmış burası "Hava çok soğuk ve gün bitmek üzereydi. Penguenlerin bulunduğu yere gittiğimde çok samimi görünen bir dişi ve bir erkek penguen dikkatimi çekti. Birbirleriyle gerçekten çok yakındılar ve birbirleriyle şakalaşıyorlardı. Yanlarına iyice yaklaştım ve bir kare almak için tam karşılarında durdum. Gagalarıyla birbirlerinin tüylerini düzeltmekle pek meşguldüler. Daha sonra döndüler ve doğrudan bana baktılar. Fotoğrafta güzel çıkmaya çalışan bir çift gibi fotoğraf çekmem için hazırlanıyor gibiydiler. " Baak! Ya adam böyle sandı diye bu haberi niye yapıyorsun ey Deyli telgıref hadi o yaptı sen niye yapıyosun Radical? Ee madem onlar yaptı, al bende yaptım. Nolacak şimdi?

Penguenler fotoğraf çekilirken poz veriyor imiş. Kim araştırdı? Kimse. Ee nasıl biliyoruz? Herifin biri öyle sanmış. Haaa!Tamam o zaman.

Tavuk Döner vs. Et Döner


Tavuk döner ve et döner daha doğrusu kuzu ya da dana ya da bilinmeyen tavuk dışı bir canlı döneri olan bu iki gıda arasında yıllardır süregelen bir savaş vardır ki ne savaş. Bu savaşın kağıt üstünde galibi her zaman et döner olsa da ekonomik parametreler ve halk çoğunluğu bu galibin tavuk döner olduğunu söylüyor.

Savaşın Nedenleri:
Savaşın nedenleri aslında saymakla bitmez ama bu savaşın hayvancılıkla ilgilenen kesimlerin çıkar çatışması olarak başladığını doğrular nitelikte belgeler şu anda topkapı müzesinde. Peki neden mi?
Her zaman üvey evlat gibi görülen tavukların büyükbaş hayvanlara göre daha sıska, küçük, yaramaz olmaları nedenlerden biri. İddiaya göre büyükbaş hayvanlar daha büyük ve daha çok et sahibi. Üstelik bazıları süt verebiliyor.
Ama tavuklar üstelik hem küçük, hem de yumurtalarının bir tanesi kimseyi doyurmuyor.
Bir başka iddia ise, büyükbaş hayvanlara daha çok yem,su verildiği ve masrafının çok olduğu. Halbuki tavukların hem kendisi küçük hem masrafı küçük.

Savaşın Sonuçları:
Savaş esnasında iki tarafta sayısız şehit vermiştir ve bu savaş Çok Yıl Savaşları olarak adlandırılmaktadır. Günümüzde hala devam eden savaşta can verenlerin kesin bir sayısı mevcut değil fakat kişi başı günde neredeyse insanlar 1 veya 2 yarım ekmek döner yiyebiliyorlar.Tabi tek öğünde ve beş kişilik ailenin teki böyle.

Epilogue:
Bana her zaman et döner zengin piçi, altında arabası olan tikicon, tavuk döner okul çıkışı eve giden, derslerine çalışan, zar zor okuyan, gariban ailenin akıllı mazlum çocuğu olarak görünmüştür. Çoğu insana da öyle göründüğünü tahmin ediyorum. O yüzden hiç ihanet etmem tavuk dönere. Kollarım onu, cebine bir kaç kuruş koyarım. Et dönere selam bile vermem. Et döner neyse onun o yavşak arkadaşı kola da öyledir benim için. İkisi de yaramaz adamdır. Baba parası yerler. Tavuk döner ayranıyla birlikte göğüs gerer zalımlığa hayınlığa. Odur ki zamanı gelince doktor olacak et döner iflas eden babasının son kuruşuna dahi göz dikecek.

Yılın Felaket Filmi "Something Happened"

Bobiler.örg'ü artık bilmeyenimiz kalmadı. Gerçekten çok başarılı işler var sitede. Her girdiğimde baya gülüyorum ve aynı zamanda çıkamıyorum. Evet giren çıkamıyor o siteden. Kanser gibi sarıveriyor bütün vücudunuz buna da bakayım şuna da bakayım atabet-ül hakayık derken anlıyorsunuz ki kitlenmişsiniz. Hatta sizinle beraber başkaları da varsa onlarda yanıp kül oluyor.

Bobilerin ekibinden en çok sevdiğim Educatedear lakaplı kişilik, çok iyi video editleri yapmakta. En sonuncusu olan Something Happened da buna bir örnek. Baya bir güldüm izlerken ama gene de eksikliğini hissettiğim birkaç karakter yok değil. Mesela artiz ne arar bazarda diyen amca ne bileyim İstanbulun gerçek fatihi falan bunlar da lazım gelirdi. Artık inşallah ikinci filme. Sözü geçen filmin fragmanıyla sizi baş başa bırakırken sizi baş başa bırakıyorum.

Sinema Tarihinin İlk Filmlerinden


Dünya sinema tarihinin ilk bilim kurgu filmi olma özelliğini taşıyan, 1902 yapım yılına sahip, George Méliès'nin Herbert George Wells'in "First Men In The Moon" adlı eserinden senaryolaştırdığı, orjinal ismi "Le Voyage Dans La Lune" olan film.

Filmin konusu: Bir grup bilim adamı büyük bir top mermisiyle aya gitmeye karar verir. Ayda karşılaştıkları garip yaratıklar tarafından esir alınır ve ardından kaçarak dünyaya geri dönerler. Kamera hileleri açısından zamanına göre mükemmeldir. Sinemada yaratıcılık temelinde ilk filmdir. Kendisinden sonra yapılan bir çok filme öncü olmuştur.günümüzde hala bu filme göndermeler yapılmaktadır,özellikle de insan suratına bürünmüş ay figürüne karşı.

İşte o film.

Eğlenceli Bir Oyun


Quest For The Rest yani Türkçe meali ile ki meal bile Türkçe bir kelime değilken nasıl olacaksa bu işler, "Gerisini Ara-Bul" isimli bir oyun bu oyun. Stumbleupon sağolsun. Orada dolaşırken denk geldi gayet vakit öldürücü ayrıyetten beyin çalıştırıcı bir oyun. Amaç ortamdaki nesnelerle, nesne dediysem ağaç, kuş, böcek denizaltı,denizseki, gibi şeyler, o bölümden bir an önce kurtulup diğerine geçmek. Yani bir nevi adventure tarzı bir oyun. Oyunun prodüktörlüğünü İskender Paydaş yapmış. Aynı zamanda Serdar Ortaç 7 notadan oluşan müzik bilgisi ile oyunun müziklerine el atmış. He he esprilere bak. İğranççç! Neyse efendim çok uzatmadan oyunun linkini vereyim de buyrun oynayın, çözün bulmacaları.

Aga Bu Nedir?


Gün geçmiyorki yeni bir sanatçı bize youtube'tan ulaşmasın. İşte o sanatçılardan biri de aramıza yeni katılan "Tıvorlu İsmail". Tıvor nerde bilmiorum ama heralde zamanında Thor'un yaşadığı bölgelerden biri olabilir. Çünkü arkadaşın bu devirden olmadığı her halinden belli. Yontma Taş Devri bile yanında rönesans geçirmiş gibi kalabilir. Ama yine de bu özgüveni tebrik etmek lazım. Belki de özgüven çizgisini biraz aşmış deliye vurmuş olabilir kendini. Bilinmez. Ama benim puanım dokkuz kanka!

14 Mart 2010 Pazar

Stock Xchng

Günümüzde hepimizin ihtiyacı olan bir fotoğraf bulma telaşı var. Ya da bazen para verip alanlar bile oluyor Deviantart'tan, Istock'tan ve eskiden çok kullandığım ama şimdi aklıma gelmeyen birçok yerden fotoğraf ihtiyaçları karşılanıyor. Ama bunlar paralı. Yani ajanslar için medya sektörü için daha geçerli siteler.


Bizim gibi garibanları düşünen de çok güzel bir site var aslında. Gayet geniş arşivli bir stock sitesi. Hemide beleş. O yüzden derim ki fotoğraf arıyorsanız Stock Xchng sizin için güzel bir tercih olabilir.

Ermenistan-Türkiye Sinema Platformu’ndan Çağrı!


Geçtiğimiz yıl Nisan ayında Anadolu Kültür ve Uluslararası Altın Kayısı Film Festivali (Ermenistan) öncülüğünde kurulan Ermenistan-Türkiye Sinema Platformu kapsamında, ortak yapıma uygun dört kısa film (kurmaca, belgesel ve animasyon) projesine maddi destek sağlanacak.

Ermenistan ile ilgili bir film yapmak isteyenler, ortak yapıma uygun bir senaryo fikri olanlar, Ermenistan ve Türkiye’de kurulacak ortak bir ekiple çalışmak isteyenler, 8–10 Nisan tarihleri arasında, İstanbul Film Festivali ile eş zamanlı düzenlenecek atölye çalışmasına başvurabilirler. Atölye sırasında, Ermenistan’dan ve Türkiye’den proje sahiplerinin birlikte çalışmalarıyla ortak projelerin şekillenmesini ve atölye sonrasında ortak değerlendirme komitesi tarafından seçilecek olan dört projenin çekimlerinin desteklenmesini hedefliyoruz.

Başvuru formunu doldurarak, 22 Mart 2010 Cuma günü mesai bitimine kadar Sibil Çekmen’e iletebilirsiniz.
sibilcekmen@anadolukultur.org

Central Intelligence Agency Sen Neymişsin?

Olaya bak ya adamlar deney yapıyor. üstelik gidip bir köyü seçiyorlar. milleti öldürüyor, delirtiyorlar. Sonra hiçbir şey olmamış gibi basıp gidiyorlar. Millette ne oldu lan acaba diye kafa yoruyor. Yok yemektendir, yok ottandır diyorlardır eminim. Türkiye'de olsa zaten düğün yemeğinden olmuştur derdi herkes. Haberi direkt kopyala yapıştır yapıyorum alt tarafa;

Fransa'nın güneyindeki bir köyde yaşayanlar 60 yıl önce bir gün aniden halüsinasyonlar görmeye başladılar. Bazılarının sonu akıl hastanesinde bitti, bazıları ise yaşamını yitirdi. Olayın arkasında CIA çıktı.
Amerikalı bir gazeteci tarafından yeni yapılan bir araştırma sonucunda 60 yıl önce Fransa'da bir köyün sakinlerinin CIA'nın deneyi sonucunda çıldırdığı öne sürüldü.

Araştırmaya göre, CIA, köylülerin ekmeğine halüsinasyon ve histeriye yol açan LSD kattı.

16 Ağustos 1951'de yaşanan ve 'lanetli ekmek' (Le Pain Maudit) olarak tarihe geçen olayda beş kişi öldü ve yüzlerce kişi korkunç halüsinasyonlar görerek çıldırdı.
Ancak gazeteci H.P. Albarelli, yaptığı araştırma sonucunda elde ettiği belgelere dayanarak, CIA'nın LSD'nin etkilerini test için bu olaya yol açtığını söyledi. Gazeteciye göre CIA'nın suistimallerine dair 1975 tarihli bir Beyaz Saray raporunda bu olaya atıfta bulunuluyor.

Gazeteci, olayın CIA’in “zihin kontrolü” kapsamında yaptığı bir deney olduğu iddiasını ortaya attı. Buna göre, CIA, köyün ekmeklerine bilerek “LSD” adı verilen sentetik uyuşturucu katmış ve neler olacağını görmek istemişti. Albarelli’ye göre bu deney ABD ordusunun Özel Operasyonlar Birimi tarafından yapıldı.

Fransa'nın güneyindeki Pont-Saint-Esprit'te meydana gelen olayda köylülerden biri yılanların onu yediğini düşündüğünü söyledi. Halk polise, sürekli ejderha gördüklerini, kendilerine saldırdığını söylüyordu. Bir çocuk bıçakla büyük annesine saldırdı. Bir diğeri, “Ben uçağım” diyerek kendini ikinci kattan aşağı attı. Doktora koşan biri ise, “Kalbim çıktı, ne olur yerine takın” diye yalvardı. Sokaklar çıldıran insanlarla doluydu. 5 kişi öldü, 300 kişi yaralandı. 50 kişi aylarca tımarhaneye kapatıldı. Uzmanlar, bu olayın, ekmeğin içinde uyuşturucu etkisi yapan bir yaban mantarının neden olduğunu söyledi.

Olayın mağduru köylüler şimdi daha fazla cevap istiyor. 71 yaşındaki Charles Granjoh, "Neredeyse ölüyordum ve bunun nedenini bilmek istiyorum" diyor. (Kaynak: Radikal)

Crazy Heart


Jeff Bridges'a karşı her zaman sempati beslemişimdir.Hatta The Big Lebowski'den sonra bu sevgi daha da artmış, tavan yapmıştır bende. Babam gibi severim neredeyse kendisini. Geçtiğimiz günlerde En İyi Erkek Oyuncu Oscar'ını almıştı,onun almasını o kadar çok istiyordum ki, o kazanınca onun kadar sevindim.(yok bu fazla abartı oldu ama baya sevindim.)
Crazy Heart'ı yeni izleme fırsatı buldum, izlemeden önce geçtiğimiz senenin Wrestler'ının hikayeseni bu sefer bir şarkıcı üzerinden anlatmışlar gibi yorumlar okumuştum ama izledikten sonra kesinlikle öyle olmadığını söyleyebilirim. Bir kere sadeliği ve durgunluğuyla bile Wrestler'ı katlayacak bir film. Filmde tekrar güzel şeyler yaşamak isteyen hayata asılmak isteyen bir country şarkıcısının dokunaklı öyküsü anlatılıyor. Kendini alkole vermiş, 20 küsur yıldır çocuğunu görmemiş, eski eşinin halinden bir haber olan ve artık müzik kariyerinde de batmaya doğru ilerleyen bıkmış bir adamın tekrar aşkı bulması ile arınmaya başlaması, hayata tutunması ve müzikal anlamda da iyi şeyler yapmaya başlaması söz konusu oluyor. Yani izlerken başlarda üzüldüğünüz adam adına sonraları yavaş yavaş mutlu oluyorsunuz.
Filmin müziklerine gelince Jeff Bridges'ın bu kadar güzel bir sesi olduğunu bize daha erken göstermeleri gerekirdi yapımcıların. Ayrıyetten Collin Farrel için de aynı şeyi söyleyebilirim. Country için biçilmiş kaftan sesleri varmış ikisininde. Besteler de çok güzel olunca süper bir soundtrack albümü çıkmış ortaya ki o da en iyi müzik ödülünü almadan edememiş. Tabi ki hakkıyla.

Neyse efendim şöyle biraz rahatlamak, biraz burulmak, biraz eğlenmek istiyorsanız bu filmi mutlaka izleyiniz. Bi' kere Jeff Bridges var, sırf onun için bile izlenir. Selamethle...

2010 Blog Ödülleri Kayıtları Başladı


2 senedir Türkiye’nin en iyi bloglarını seçen Blog Ödülleri, 2010 yılı kayıtları başladı. Yarışmaya katılmak isteyen bloglar 30 Mart’a kadar başvurularını site üzerinden yapabilirler.
Bu sene oylamanın formatı biraz değişerek 30 Nisan’da sona erecek oylama sürecinin arkasından bloglar jüri üyelerinin değerlendirmesine sunulacak. Geçen sene blog ödülleri kazananları hakkında yapılan yoğun eleştirilerin böyle bir düzenlemeye gidilmesine sebep olduğunu tahmin ediyoruz.
15 farklı kategoride blogların yarışacağı yarışmada ülkemizin önde gelen markalarını kategori sponsoru olarak görüyoruz. Alpella, Efes Pilsen, e-kolay, Fiat, Garanti Bankası, HepsiBurada.com, limango, Mars Atletic Club, Microsoft, ntvmsnbc, Pegasus, Reklamstore, Schwarzkopf, Ülker ve Vestel kategori sponsoru olarak Blog Ödülleri 2010′a destek oluyorlar.

30 Mart’a kadar sürecek başvuruların ardından Blog Ödülleri 2010 programına göre süreç şöyle devam edecek:

10 – 30 Mart: Başvuruların Alınması
31 Mart – 9 Nisan: Başvuruların Değerlendirilmesi
10 Nisan – 30 Nisan: Oylama Süreci
2 Mayıs – 6 Mayıs: Jüri Değerlendirmesi
8 Mayıs: Ödül Töreni

Başvurular İçin:http://2010.blogodulleri.com

Konuşma


Onur Ünlü'yü bilir misiniz? Onur Ünlü işte ya Polis ve Güneşin Oğlu gibi güzide filmlerin yönetmeni, yazarı. Neyse bilen bilir, bilmeyen mutlaka izler bu filmleri, öğrenir. İşte o filmlerden Güneşin Oğlu olanında Haluk Bilginer öyle bir şiir okuyor ki, vay arkadaş deyip kalıyorsunuz. Şiirin adı "Konuşma". Yazarı ise o meşhur Zülfü Livaneli'nin Güneş Topla Benim için şarkısının daha doğrusu şiirinin yazarı: Ülkü Tamer. Şiiri şu alt tarafa iliştireyim, ardından da videoyu bir de Haluk Bilginer yorumuyla dinleyek, izleyek. Buyrunuz;

KONUŞMA
aman, kendini asmış yüz kiloluk bir zenci,
üstelik gece inmiş, ses gelmiyor kümesten;
ben olsam utanırım, bu ne biçim öğrenci?
hem dersini bilmiyor, hem de şişman herkesten.

iyi nişan alırdı kendini asan zenci,
bira içmez ağlardı, babası değirmenci,
sizden iyi olmasın, boşanmada birinci...
çok canım sıkılıyor, kuş vuralım istersen.